1 Aralık 2014 Pazartesi

sonlandırmadan

İlk zamanlar biraz ürkütmüştü açıkcası. Yeniden yeni bir başlangıç ne de olsa. İçerisinde pek çok şey barındırıyordu benim için. İlk zamanlar nasıl olsa diğeleri gibidir diye düşündüm, alıştıkça da fazla sorgulamadım nasıl, neden diye. Son zamanlarda inanılmaz keyifli oldu, tıpkı gökkuşağı gibi sarmalamış çevremi bi de. Ama en canlı renkleriyle, en sevimli haliyle.
İşte az kaldı uğurluyorum birazdan, ağırdan almaya çalışarak, biraz sevinerek, heyecanlanarak biraz da korkarak, arkama bakarak...
En sevdiğim zamanlardan birisin aralık. Sen de beni utandırma gerisine bakarık...
 

4 Kasım 2014 Salı

harita metod


Derin oyaları olan işleme bir mendilin, kuytuda kalmış yanı gibidir hayat...
Üzerinde ilmek ilmek işlenmiş, her ip bittiğinde daha sağlamı, rengi daha canlı olanı eklenmiş, yere çok düşmüş ama pek az kirlenmiş olanıdır belki ömrümüz.
 
her günün başlangıç saatidir o ilk göz kırpışımız. Kimi zaman yalnızlığa kimi zaman hüzne bazen de umudadır kahkaha atışlarımız.
 
Az sayfalı küçük defterden kareli harita metod deftere terfi etmiş bir öğrenci kadar heyecanlıyız. Genelde çok karamsırızdır ki bundandır, dört ortalı o koca defterin hiçbir ortasını kolay bulamayız.
 Kimimiz defteri yaşanmışlık çantasına atıp yola koyulur önüne bakar; kimimiz de kıvırır katlar en fazla elde taşır ya da bir kenara fırlatırız..
 
işleme mendilin derin oyası ile harita metod arasında sıkışıp kalmışlıktır tüm varoluş sancımız.



 

31 Ekim 2014 Cuma

Bir denizanasıdır umut
Ta suların ortasında
Açılır
Kapanır
Açılır
Kapanır
Kapanır
Açılır               Can Yücel

Yazmak...karanlık bir odada, evet gerçekten karanlık zamanlarda yazmak. zihninizin bir köşesindeki kırıntıları temizlemekle meşgulken, yaşam telaşı içerisinde gördüğümüz gerçek yaşam telaşlarıyla varlığımızı sorgulamak zorunda kalmak. Travmalara sebebiyet vermemek için çaba sarfederken, travmaya uzaktan tanıklık etmenin verdiği güçsüzlük hissiyle yaşamak..


 

1 Ekim 2014 Çarşamba

tavuk katili

iki gün önce, eskiden çok sevdiğim bir dostumu yeniden, onu neden sevdiğimin ayırdına varararak sevmeye başladım.
 
yıllar yıllar sonra buluştuk bir süre hiç buluşamayacağımızı düşünüp endişelendiğim bir dönem olmuştu. Konuşmamıza görüşemediğimiz o dönemler içerisinde çevremizde olup bitenlerden değil, kendimiz, neler yapmakta olduğumuz,  yapmaktan hoşlandıklarımızla adeta yeniden bir tanıtımla başladık aslında. Güzel olan; seni özünden tanıyan bir insana yeniden kendini ifade etme endişesi yaşamadan ama özüne neler ekleyip neleri çıkarttığından, aslını bildiği için revizyonlarından bahsetmenin verdiği zevkti.
 
Aralarda geçmişin izlerini görmek sanki bir sanat galerisinde önünde dönmekte olan balerin heykelinin döndükçe aşina olduğun yanlarının gittikçe artması gibi mutlu etti beni...
 
Zamanında oturduğumuz binanın huysuz, biraz kimsesiz, pek tanımadığımızdan ötürü belki de sevgisiz diye çocuk aklımca yorumladığım teyzesini sordum 'o napıyor bu arada, hala o evde mi yaşıyor ' diye, kendisi artık daha girişgen, daha güleryüzlü, pek çok kişinin gelip gittiği bir teyze olmuş, dedi ki ' artık sorunlar çözüldü, herkesle görüşüyor, annemlerle falan...'
 
_ama ben görüşmüyorum, tavuğumu öldürdü dedi o kadın..
-Nasıl yani sen tavuk mu besliyorsun,
_Yoo hatırlasana sen oraya taşındığında anlatmıştım ya sana...
 
Kişilerarası ilişkilerin her an değiştiğini gözlemlediğim, birbirini inciten insanların yaşamın değişen koşullarına uyum sağlamak için incindiklerini hissettirmeden ve birbirlerine ifade etmeden, belki başa çıkma mekanizmaları bu olduğu için belki de yağmur neredeyse tarlayı oraya taşı anlayışıyla yaşadıkları için beni de kendilerine alıştırdıkları için eski dostumun bu belki çocukçadan gelen çocukluğun o saf kızgınlığını, direnen kırgınlığını görünce şaşırmama kızdım.
 
_Aaa evet tavuk katili
_ Tavuk katili

22 Eylül 2014 Pazartesi

Boş levha üzerine notlar

İnsanlara ulaştığında, içlerini cız ettiren, kalplerinin belki de biraz hasar görmüş ya da yeni yapılanmalar içinde olan yanlarını acıtabilecek, belki farkında oldukları güçsüz yanlarının üzerine basıp geçecek beylik lafları söylemekten, yazmaktan oldukça çekinirim.
Dokunabilir gerçekten ' bir şekilde kusursuzuz'dur ya biz, belki de o kusursuzluk da bir şekilde bana dokunur.
Deneyimlemek üzere, tercihimiz sorulmadan, sıfır farkındalıkla ve hazırlıksız geldiğimiz yaşamımızda tabula rasamızı yani Locke amcamızın adını koyduğu boş levhamızı bir şekilde doldurmaya çalışırken başkaların gerek levhalarında gerek kalplerinde gerekse kapılarının önünde onları incitecek şeyler yapmaya gerek olmadığını hepimiz biliriz.
 
Gerek yok evet! ama etkileşen canlılarız bir şekilde, elimizde olmadan etkileşim içinde bulunabiliyoruz. Uyarılmışlıklarımız da var bizim, yaşadığımız tüm deneyimler, bizi etkileme, uyarma dereceleriyle sinir hücrelerimizce taşınıp didinip belleğimize ohhh bir güzel yerleşiveriyorlar. Kimisi çok çabuk geri dönüşüm kutusunu harekete geçirebiliyor, kimi ise tıpkı benim gibi bellek ekranını uzun bir süre iyi kötü bütün dosyalarıyla düzensiz ve dağınık bir şekilde tutabiliyorlar.
Eh artık ekran epey bir dolmuş ki geri dönüşüm muhteşem olacak adlı kutuma sistem dosyalarını birer birer göndermeyi bilinçli olarak seçmeye karar verdim.
 
Güzel anılarımda yer eden, acı deneyimlerimde yanımda olduğunu hissettiren, tefekkür etmemi sağlayan ve teşekkür etmem gerekenleri piramitte üst sıraya koymak gerek. Ortaya da temelde uyuştuğum, sevgisine inandığım ama sevgisini şartlar itibariyle dönem dönem kırılarak, fesat nuri gibi düşünüp davranarak ama dediğim gibi basit senaryolarını kendi ego- süper ego çatışmasının acizliğine verdiklerimi koyuyorum. En altta da hareketli kaygan bir zemin mevcut. Buraya da aslında  Debord'un  yıllar önce öngördüğü 'Gösteri Toplumu' insanlarının kendimce benzerleri olduklarını  düşündüklerimi koyuyorum. Dilde temizlik, kalpte vicdan ve  temizlik, bakışlarda güven- sevgi bireylerde aradığım öncelikli nitelikler. Kafamda soru işareti olarak beliren kişiler bu alt basamakta belki de nokta koymamı beklemekteler; belki de bunu hissedenler şu an haçlı seferi düzenlemekle meşguldürler ama özlerinde keşke birbirini gerçekten sevseler ah  keşke sevmeyi bilseler ne de olsa sevgi insanları eşit yapar.
 
Sabah sabah yaşadığım içsel devinim ve serzenişin Chuck Palahniuk' e bağlıyor, sözü kendisine bırakıyorum
         "Dinleyin sürüngenler; Sizler özel değilsiniz, Sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz, sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz, bindiğiniz araba değilsiniz, kredi kartlarınızın limiti değilsiniz, sizler iç çamaşırı değilsiniz, Sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz..!
          Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz".
 
 
 

26 Ağustos 2014 Salı

Daha dün annemizin ...

kollarında yaşarken 'i hissedemeden üstelik henüz bunu bile söyleyemeden zaten çiçekli bahçemiz de olmadan okula başlamak..
İçim Alpay servise binip O'na kemerini taktıklarında cızzz etti mi? tabii etti Allah' a emanet gönderdik yavrumuzu.
Eeee... Gerisi yok işte


18 Ağustos 2014 Pazartesi

Alpay' a teşekkür

Alpay'ım baloğlanım..Şimdi yeni yeni konuşmaya başladın. İleride bir gün okumayı sökeceksin, her ne kadar ileride sakladığım mektupları, anılarımı, günlüklerimi okursun diye saklasam da ' amaan anne ben sevmem böyle şeyleri ' diyebilirsin..belki de ilgini çeker bu tür şeyler bilemem, hangi filmde vardı çocuk küçük bir kutu yapmış, içine anılarını koymuş ve daha sonra bunu birisi bulmuştu falan, galiba pek çok filmde vardı da en son aşk tesadüfleri severdi filminden hatırlıyorum. İşte böyle bir çocuk olursan falan diye saklıyorum ben o zir zop şeyleri, küçük notları, defterlerimi. İşte bir de okursan diye sana özel yazmak istediklerim var, teşekkürlerim var...

seni seviyorum diyim öncelikle..

Hayatıma girdiğin andan itibaren anneni hep mutlu ettin, herşeyi kolay öğrendin, galiba bu şükran duygusunu gözümde çoook büyüttüğüm tuvalet eğitiminden sonra daha çok hisseder oldum. Ne bileyim sezeryanla doğdun ama bir kaç saat içinde emmeye başladın, geceleri hep uyudun beni uykusuz bırakmadın, emmeyi çok sevdin ama ben hadi artık bırakalım deyince ısrar etmedin, ek gıda zor geldi kaşıkla yiyemedin ama parmakla beslendin, uzun otobüs yolculuklarında hep uyudun anneni zor durumda bırakmadın, iki yaşına girdin ama hala inatlaşmadın, annen sen daha üç aylıkken işe başladı bana mısın demedin, anneannenden sonra daha yabancı biri geldi ama yabancılamadın onunla da mutlu oldun, şimdi ev'den ayrılış sinyalini aldın ama kendini şimdiden 'anne işe gidiyor, baba işe gidiyoor bin okula gidiyorum' diye hazırladın, ee 'bez bebişin ' dedin çıkardın hele bir de dün gece 'anne su ' diyip uyandın sonra baş ucundaki suyu içip anne git diye bağırdın ya ben sana ne diyeyim...

Allah'a önce şükür edeyim sonra da sana çok teşekkür edeyim yavrum benim.
ama sen yine de büyüyünce bu yazdıklarımı oku sonra da benim o sakladığım günlüklerimi, notlarımı, mektuplarımı falan oku. vallahi sıkılmazsın oku nolur boşa gitmesin aaaa canım nolur ki...

diye  seni de zorlarmıyım acaba..Sanki zorlarım evet zorlarım. İsterim benim dinlediğim müzikleri dinlesin, benimle otursun saatlerce selvi boylum al yazmalım, ibrahim tatlısesten mavi mavi, yaşamak bu değil, ya da banker bilo, şabaniye izlesin.  Ne diyeyim Allah sana da yardım etsin...Evde ıslık çalma sakın şeytan toplarsın, yatağını da topla şeytan girmesin..
 Ha bir de rahmetli anneannemin kuzenim evden çıkarken O'na 'kancıklara uyma' tenbihi vardı onu da unutmadan geçemeyeceğim ne olursa olsun seni hep seveceğim...



 

kendimi çok fazla ciddiye almış olabilirim

şimdi bir şeyler karalamak geldi içimden, paylaşayım istedim;


 


 





 
 

 
 
sonra dedim ki kendimizi çok fazla ciddiye almamıza gerek yok aslında. hayat çok renkli, her rengin arasında gömülmek çok uğraştırıcı. bu sefer de böyle olsun.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Az kaldı canım ramazanda da T'e kadar buradayım...

Ömür dediğin  programını izlerim denk gelirse. O ihtiyarların yaşam hikayeleri, anıları, gülüşleri, türküleri, tekerlemeleri ne kadar anlamlı. Doğallık, deneyim herşey var. İnsan göz yaşlarına engel olamıyor izlerken. Hiç sıkılmam yaşlıların sohbetlerinden, rahmetli dedem kendisi gençken oturduğu yerdeki bastonla gezen, yaşı epey geçkin bir adamın kendisine 'bakın bakın siz de böyle olacaksın'  dediğini, o zamanlar o adamın ne kadar yaşlı olduğunu ve yaşlılığın kendilerine uzak olduğunu düşünüp adama vah vah dediklerini ama şu an kendisinin de o ihtiyar gibi olduğunu anlatırdı. Dedemden hanım kızlar canım kızlar diye ondan duyduğum türküyü söylemesini isterdim, sonra sıradan farfara şarkısı gelirdi. durup dururken de ah balam ahhh diye nidaları vardı dedemin. Allah rahmet eylesin.

Pınar isimli o kadar çok arkadaşım oldu ki, belki en az 10dur. Demekki bizim jenerasyonda popülermiş. Hepsi de güzel güzel kızlardı demekki pınarlar güzel olurmuş. Yakın olarak iki tane pınar tanıdım. Birisi lisedeki ixir adlı ergen grubumdaki elmacı pınar, temiz kalpli, zeki arkadaşım. o izin verirse görüşüyoruz hala pınarla, yani telefonla ulaşabildiğimizde, hep planlar yapıyoruz aynı ildeyiz ama kızımız doktor çıktı oldukça yoğunuz. Diğer pınar da pırti dediğim iki yıllık oda arkadaşımdı yurttan. Aklıma gamsızlığı gelir bir de çok güzel oluşu ve ona hayatının ilk allığını sürüp maskaraya yönlendirişimi unutmam ha bir de bir keresinde sabahın köründe tam ben odadan çıkıp okula gidecekken ailesinin ona yeni aldığı, o zaman için profesyonel olarak gördüğümüz digital fotograf makinesini elinden düşürüp makinanın açılmamasıyla endişelenmişti. Ben de odadan o şekilde ayrılınca yurttan çıkamayıp keyfini düzeltirim bir çözüm buluruz diye odaya geri dönmüştüm. Karşımdaki sahneyi hala unutamam. kulağında müzik sean pauldan we'll be burning dinleyip coşuyordu. Hay seni dedim sadece...

Rıza karaağaçlı şu an ne yapıyordur bilmiyorum ama radyo mydanoseda lise  yıllarında dinlerdim programını. Geceleri müzik dinlemeye bayılırdım o zamanlar. Belirli saatlerde aynı şarkılar çıkardı ve o rutini bozmak olmazdı. tom's dinner, take my breath away, frozen şarkıları gelirdi arka arkaya. Sesini sonuna kadar açardım şuanki işitme sorunum bundan mütevellit. O radyolu kasetçalara aldığım kulaklıkların haddi hesabı olmazdı. Ne hassastı onların ucuz olanı, okan bayülgenin de radyo d'de olduğu zamanlar programını ne cesaretse aramış, canlı bağlanmış bir de sesimi kaydetmiştim neyse ki çok mağdur etmemişti beni etseydi de kimse bilmezdi zaten. Ayça Şen sevgim de o günlerden. Sabahın köründe çizgifilm izlemek için haftasonu bile erkenden kalktığım günlerin ertesi zaman sürecini kapsar bu ergen günlerim. Bir yaz tatili döneminde teomanın sus konuşma klibi yazında
 ' la ne na ' isimli bir dizi keşfetmiştim, o kadar güzeldi ki cranberries falan sountrack şarkılarıydı. Aksel diye bir çocuk da vardı ee naparsın ergen kafası

Sakin sakin herhangi bir sırada beklediğimiz anları düşünelim, Banka sırası olsun bu, önünüzdeki kişiyi ezberlersiniz bir güzel, arka sıranız ise gittikçe kalabalıklaşmıştır. Artık yorulmuşsunuzdur dikilmekten ancak oturursanız sıranızı kaybetmekten korkarsınız, bazen de arkanızdaki şahıs sanki gittikçe yanınızda durmuştur ve sıranızı kapacacağı endişeniz vardır ama söyleyemezsiniz de hissettirmeye çalışırsınız, o ince mesafeyi ayarlamak önemlidir. Üniversite şenliklerinde kimlik sorunu varsa, o konsere gidilmeliyse, elinizdeki kimlik size yandan benziyor cinsiyetinizi bile temsil etmiyorsa ama elinizdeki sadece oysa, sıra size yaklaşmışsa ve güvenlik o gün gününde değilse hadi bakalım kolay gelsin bir acayip bekleyiş durumları vardır. Bir de ben ve eski ev arkadaşımın iş dönüşü yanlış otobüse binip ev yerine bildiğin hayko cepkin konserine giriş anım. Tamam konsere yanlışlıklan girmesi iyiydi de yanlışlıklan demeyeydim daha iyiydi.

Şirketim olsa dedim şimdi en anoniminden. Herkesin bir işi olsa kendi kendine takılsa bu şirkette, vergi levham asılı olsun girişte, ustalık belgem olsun bir de, ustalık belgesindeki fotografım benim bile hatırlayamadığım bir halimle çekilmiş bir resim olsun, ortaokul ikinci bilemedin üçüncü sınıfta annemin kuaförünün gazabına uğrayıp saçlarımı erkek gibi kısacık kestirdiğim o yıllardaki halimle çekilmiş gibi olsun, aman o ne saçtı, benim gibi renkli gözlülerin sibel canın padişah klibine uzun süreli maruz kalmadan dolayı ' ben de renkli gözlüyüm kısa saç bana da öyle yakışır' yanılsamalarının sonucu berbat saçlar. Şirkete böyle saçla girilmez, haa baştan söyleyim veresiye teklif edilmez.

Taktikli canlılarız nihayetinde, yaşamdaki olaylara, durumlara ilişkin davranış planlarımız, düşünce kalıplarımıza göre hareket edişlerimiz, başkalarının bizim hakkımızdaki izlenimlerini belirleme şekillerimiz vardır, izlenim ayarlamacılığı denir buna sosyal psikolojide, yükseği ve düşüğü vardır,ama kötü bir şey değildir, olması gereken, normali mübahdir. Self-monitoring diye bakmak lazım, literatürü takip etmek lazım.

şimdilik bu kadar tatilden sonra canlanacak buralar...

13 Haziran 2014 Cuma

O' ya kadar şimdilik bu kadar

Ankara'yı severim çok özlerim bi de. Diltarihten çıkıp yurduma dönsem keşke yürüyerek şimdi. Kızlarla azcık laflasak, kahve içip birbirimize fal baksak, akşamda yoklama versek oo mis yatsak uyusak..
 Balıkesir'de en güzel anılarım saklı. Sokaklarda oynamaya doyamadığım, terliklerimi, taytımı giyip, apartman merdivenlerini 3'er 5'er indiğim arkadaşlarımla dışarda oynama süremin en büyük kaygım olduğu günler. Özlediğim, doyamadığım yer...
 Coldplay, liseye başlayacağım sene rahmetli yengem, amcam, babamla birlikte gittiğim Sivas'a damgasını vuran müzik grubum. Bir güzeldi o zamanlar, o yollar yeniden bir sebep olsa sebepsiz olsa da Sivas'a gitsem, yine dama çıkıp yıldızları izlesem, tüm bahçenin yıllık meyve hasılatını yesem dönüşte yine uzun yollarda hala coldplay dinlesem.
Çarpım tablosunu ne zor ezberledim bir bilseniz. Oldum olası matematikle aram hiç iyi olmadı. Hala gergin bir güngeçirdiğimde rüyamda matematik yazılısına girdiğimi, sarı renkli saman kağıtlarda rakamların olduğunu görürüm. Özellikle bu silik silik yazılmış soru kağıtları canımı acıtıyormuş meğer. Bir de bazen kağıtlar bize dağıtılır ve tahtaya sorular yazılır ordan geçirmemizi isterdi hocalar. Başarılı eğitim hayatı geçirdiğime inanıyorum ama dedim ya ne zaman geriliyorum matematik , istatistik sınavı günlerine dönüyorum. Bazen de ders programına uygun kitabı getirmemiş oluyorum ben çok sık rüya görüyorum
 Denizde yüzmeyi sevmediğimi yaklaşık iki yıldır anladım. Kendime de çok kızıyorum, denizi seviyorum ama yüzmeyi sevmiyorum arkadaşım. İzlemeyi, Alpay'ımı denize sokmayı, deniz kenarında takılmayı seviyorum  itiraf edeyim sırf çıkıp saç baş uğraşacağım diye yüzmek istemiyorum.
Eve gidince napacaksın? sorusu lise dönemince okuldan eve dönerken yol arkadaşlarıma sormayı hiç aksatmadığım ve o dönemlerden kalmış olacak ki hala gün içinde gerek çevreden gerek iş ortamından arkadaşlarıma sorduğum klasik sorumdur. o okuldan eve dönüşte yapılan kritikler, gülüşmeler o kadar anlamlı ki güzel günler olduklar için şu an o yıllara dön deseler tereddüt etmeden oluuur demem ondandır.
Fuara gitmenin, koca yaşımda ahtapotlara binmenin, vinodisco gibi taa tepelere çıkan büyük oyuncakların tadını Kocaelinde çıkardım. Füsun ablanın aklında hala kumpiri kabuklarıyla yemem kalmış benim aklımda ise o gün methini duyup karşılaşmak istediğim üç harflili türkan'ın ben oyuncakların tepesindeyken beni görüp inince bana kehanetlerde bulunması kaldı. O günden sonradır yüzde yüz düşünce gücü, kuantum kitaplarına merak salışım.
Gizlemeyin benden bir şeyi aman. ben üzüleceğim diye saklamayın benden. Aklıma rahmetli ananemin vefatını sınav döneminde olduğum için benden gizledikleri geldi şimdi ailemin. eve döndüğümde teyzemle annem açıklamışlardı zorlanıp. onlara ayıp olmasın diye normalmiş gibi karşılamalıyım diye düşünmüştüm ama boğazım inanılmaz sıkılmış daralmıştı. Onlar bu zor anları atlatmıştı sonuçta ve onlardan hüznüme ortak olmalarını isteyemez acılarını tazeleyemezdim. Yas ertelenmemeli aileler yakınlarının ölümlerinin acısını, yasını birlikte yaşamalı gibi dersler işledik okulda sonradan. Bu gibi konular yaşayarak görerek anladıklarımdan.
Horozu severmisiniz, benim için akrep yılan böcekler gibi bir sürüngendir sanki bu hayvan. O kadar mı sevemedim, sevimli bulamadım. Küçük bir çocukken kümesteki horozun sağa sola koşup çocukları hatta beni de kovaladığını anımsıyorum ne amacı varsa bu hayvanın? ama şöyle güzel bir köyde, serin bir odada yer yatağında yatıyorken, uzaktan şırıl şırıl akan derenin ve yem bekleyen hayvanların sesi ile uyanırken bir horozun varlığını da bilmek huzur verir. Aman ben sevmeyeyim ama horozların nesli tükenmesin.
Ilgaz'a yüksek lisans kongresi için gittiğim bir kaç günü hala çok güzel bir şekilde anarım. Psikoloji bilimine emek vermiş çoğunu önceden kimisini orada tanıdığım  pek çok değerli hoca katılmıştı, sabahları yürüyüşe çıkıyorduk Ilgaz ormanlarında. Nesrin Hisli ŞAHİN hocaya şaşırmıştım pek çok. Sabahın erken saatinde bile leopar desenli bluzu, bakımlı hali, yürüyüş sonrası cump diye biz kahvaltıya otururken O'nun yine şık bir şekilde aramıza katılmasına hayran kalmıştım. Hayran kalınmıyor sadece böyle durumlarda, insan kendisinden bazen jenerasyonundan falan utanıyor bir eziliyor falan. Bu gibi durumlarda insan kendisi için de kararlar alıyor, bu kararlar evlenmeden önce aldığım kararlarıma benziyor. Evde sabah uyanınca da bakımlı olacağım, saçımı tarayıp en acından allığımı sürüp şık olacağım deniyor ve nedense o çamaşır sulu dizi iyice bollaşmış eşofman altları beni kolay terketmiyor.
izmirde yaklaşık iki buçuk yıl kadar erken çocukluk dönemimi yaşadım. Örnek apartmanı 7. kat balkonunda saklı oyunlarım. tek kişilik dev kadrom. wolkmanim, seyyal taner kasetim, aboneyim ne bileyim ne bileyim.
Jile dönemi vardı yıllar önce. Siyah bir jile diktirmiştik bana. Önden açık falan değişik bir modeldi, uzundu. Beyaz tshirtle siyah jilemi severdim çok giymeyi, anneme çekmiş bu huyum yeni şeyleri, giyinip süslenmeyi severim en çok. varsın karnımız aç, gönlümüz hoş olsun haa bir de fotograf çekinme mevzusu var, açmayın yaralarımı dayanamam çekmeden duramam.
Kalbim bu yaşıma kadar sanki bir surahi gibiydi yani beyaz bir surahi düşünün doluyor, boşalıyor, doluyor boşalıyor. belki de bu benim ilişkilere, yaşanmışlıklara yüklediğim değerlerdendi. yani bir sabitlik yoktu, ama insan çok şükür evlat sahibi olunca değişiyor herşey yani şu an surahim dolu ağzına kadar, kalbim her an canlı canlı atıyor bir de. Hani eskisi gibi birilerine yine kızıyorum darılıyorum ama kalbim acımıyor acaba surahim eskiden camdı da plastik falan mı oldu alpaydan sonra. sahi tupperwarelere noldu, artık almayı bıraktım onlardan gerçi almama fikrim yeni azimli bir tupperwareciyle karşılaşmadığımdan da olabilir.Ancak kalp kırıklıklarından da plastik markasına bu kadar kolay geçilebilir.
Leyla şarkısı vardır ya rafet el romanın, benim için bir başkadır. Bana gümüldür kampında kuzenlerle geçen bir kurban bayramında kuzenimin anneme bu şarkıyı söyleyip sonuna her defasında hala diyerek bitirip bizi güldürmesi gelir. O dönemde kampta çok cici tatlı Nilay isimli bir kızla arkadaş olup birbirimize mektup yazacağımızı sözleşmiştik ve sonradan öğrendim ki o bana mektubunu atmış ama biz taşındığımız için ne o mektuba ne de adresine ulaşabildim. İçimde hala duru bu vahim durum. Acaba hiç haberim olmadan ulaşılmaya çalışıldığım, tam oradan ayrıldığım, farkında olmadığım, kaçırdığım düşünüp dururum.
Madem böyle yazmaya alıştım, sanki her zaman yazmaya devam edebilirim. Amaçsızca yazmak da güzel ama belki de yazdıkça kendimi rahat hissettiğimdendir gizli amacım. Bir başkasının kafasını şişirmek yerine istediği zaman benden bir şeyler işitip görmesine olanak veriyorum aslında. Gece misafirim gibisiniz bana yatıya gelenleri eskiden beri esir alma huyumun bir şekilde dışarı vurumudur belki. Hiç bitmesin muhabbet hep sohbet edelim isterim. Küçük bir çocukken kardeşi olanların hiç uyumadığını zanneder, oyunlarına ve sohebtlerine kardeşleriyle geceleri de devam ettiklerini düşünürdüm. Aklıma şimdi de düğün evine misafir gitmiş kişiler geldi. Eğer kendileirne otel odası ayarlanmamışsa aynı odada kalan ama birbirine yabancı kişileri düşündüm şimdi. Bu durumu orduevlerinde çok kalmış, bir dönem adeta yerleşmiş olan ben iyi bilirim. Sizin yatağınız sabittir ama yanınızdaki iki yatak sürekli değişir. İyi kafa dengi birisi gelsin dersiniz, bir şekilde ev sahibi olursunuz, ne analı kızlılar ne tatilci teyzeler tanıdı bu benlik. bu tür deneyimler benim için her zaman bir şenlik...
Nil Karaibrahimgil'e bayılıyorum. Keşke aynı ona benzeyen bir kızım olsa, onun gibi yetenekli, güzel cıvıl cıvıl. Olmadı gelinim ona benzesin bari. 
Ordan burdan Alpay'dan diye başladı bu serüvenim. Yaşamımın bir döneminde yazar olmak istedim, hikayeler denedim, hani bu okullarda düzenlenen kompozisyon yarışmalarından öte gitmedi yazı denemelerim, olsun gelecekten ümitliyim, yeter ki kendimi her zaman doğru ifade edebileyim, hayallerimi hayal güvecilerine rağmen paylaşabileyim. Vardır ya öyle insanlar etrafımızda, sen heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatırsın, paylaşırsın, açılırsın. O da mutlaka bunun imkansız olduğunu hissettirecek bir cümle kurar yüzüne yüzüne vurur. Hadi boş ver sadece imkansız olduğunu hissettirse iyi kimi zaman da bu hayal güvecileri sen hayalini unutsan da unutmaz bir gün sana noldu şu hayalin diye soruverir umarsızca, neyseki dinlemiştir seni zamanında dinlemez gibi görünürken ona sevinirsin bari. Sahi ne yara etmiş bende bu insanlar. Napsam sosyal medyada bununla ilgili bir özlü söz yazıp mı paylaşsam varsın onlar gocunsun, hani olur ya güzel bir şekilde kendini ifade edemeyenler içlerindeki pasları bize ulaşabildikleri en kolay mecralardan çıkarıverirler. İnsan da oturur düşürür acaba sıkıntısı kiminle, ben mi tavuğuna kışşt dedim diye. Üstelik bu tür gerginliklerini bu şekilde yansıtanların zaten kısıtlı arkadaşlık bağlantıları vardır yani o laflardan kişi başına düşebilecek pay zaten bellidir, hani yüzbinlere seslenmiyorlardır, olsundur varsındır. Gerçi biz böyleyiz işte, yüzüne söylersek kırarız diye düşünürüz hatta sözlerimiz de yok mu kızım sana söylüyorum gelinim sen anla deriz, temiz kalpliyiz biz yok yok temiz kalpliyiz.
                                                                            


 

11 Haziran 2014 Çarşamba

bende kafa bu

sabah sabah çikolata çay ikilisi ve iş yerinde dinlediğim müzikler ayakları yere bir türlü basmayan boş beleş düşünceler havuzunda yüzen beni yine aldı götürdü buralardan.
zamanında izlediğim o kırmızı bisikletleriyle kapılara gazete dağıtan çocukların  'günaydın molly ' nidalarıya başlayan ve etrafta köpeklerini gezdiren beyaz saçlı teyze ve amcaların olduğu, çocukların frizbi oynadıkları ve aynı anda kolej montlu bir gencin basketbol sahasının içinden ve o tellerden bana baktığı ergen filmlerinin etkisinden neredeyse otuzuma ramak kalsa da kurtulamadığımı acaba bu filmlerin benim karakterimde nasıl etkisi olduğunu, çocuğuma bu filmleri izletsem mi izletmesem mi (sanki annemin bende nasıl bir etkisi oldu? sahi annemle mahallenin muhtarları baba evi  hatta itiraf edeyim kerem cem aşk oyununu bile izlemiş bir geçmişim var benim) diye düşündüm..
şu an bu saatlerde iki çocuğum turuncu renkli okul servisine bindi ve ben onlara el salladım, masanın üzerinde dergilerim var frenchli tırnaklarımla dergimi karıştırmak için koltuğa otururken kahvemi almak için masaya uzandım ve arkamdan kafama dolanmak suretiyle büyük oğlum günaydın diyerek bir öpücük kondurdu ve tostunu masadan alarak henüz uyarılarımı bile dinlemeden o kirli çantasıyla sokağa doğru fırladı. eeee sonrası da bildiğiniz gibi işte böyle yuvarlanıp gidiyorum birazdan arkadaşlarla Ginanın yerinde buluşacağız, erken buluşmamızın nedeni de bir arkadaşımızın bahçe partisi için konsept belirleyeceğiz. amannn böyle
eee siz nasılsınız bu arada...
işte arkadaşlar, siz sevgili yüzbinleri aşan okur kitlem bende kafa hala bu! aslında memnun da sayılırım, bu cuma medcezirin yayın saatinde isterseniz buluşalım...
 
 

6 Haziran 2014 Cuma

beklerken yazınca

dar sokakların kararsız kalmış kaldırımlarının duruşu gibi.
yerinden oynaması belki bir adımın elinde ya da minik bir güvercinin az yaralı gagasına bakıyor yer değiştirmesi...

gecenin bitmeyen ağırlığı, uykusuz bir çocuğun açıkta kalmış ayakları kadar soğuk
ya da dışarda unutulmuş, bozulmaya yüz tutmuş ama içi elvermemiş garibin yemeği kadar leziz...

nedeni sorulmaz, aslı belirsiz kabullenişlerin verdiği sessizlik gibi.
belki de bundandır kimbilir anlık hüzünlerin gönülde biriken derin izleri...
mevsimi uygunsuz bir uçurtmanın kötü talihi gibi ondan iradesiz.
karanlıkta olduğundan renksiz, umutlu belki de mutlu ama bir o kadar da tecrübesiz...

dar sokakların kararsız kalmış kaldırımlarının duruşu gibi.
yerinden oynaması belki bir adımın elinde ya da minik bir güvercinin az yaralı gagasına bakıyor yer değiştirmesi...

                                                                                    Uçurtma koydum adını


bir filmin tam ortasından izlemeye başlamak gibi bu yaş ilerledikçe kendimi gerçekleştiriyorum, daha mutluyum sözleri ya da klasik yaşlanma vesveseleri...
birileri en başından haber vermeli yaşam akışının başlama saatini, yayın içeriğini, kimlere hitap ettiğini ve ne zaman biteceğini...


4 Haziran 2014 Çarşamba

tik taklı sarkaçlı duvar saati eşliğinde ve telle örülmüş minik bir havalandırma penceresinden çirkin bir güvercinin beni gözlediğini hissettiğim, uyandığımda göz göze gelmemizle uçup gitmesine tanıklık ettiğim ve rahmetli dedemin sabah namazı abdestini alırken sessiz sessiz ettiği duaların huzurunu yaşadığım sabahlarım var benim, hiçbirşeye değişemeyeceğim...

hava yağmur karanlığındaysa

yalnızsam ve sevdiğim bir şarkıyla kahvem de yanımdaysa yazarım sıklıkla bu aralarda.


yaşamın kıyısında bir serüven yaşamak...
kıyısının daha değerli olduğunu düşünerek avunmak gibi mesela.
belki de önemli olan herşeyin kendi halinde bir özgünlük barındırdığını bilmektir içinde.
öz'ünün ne olduğunun farkına varamamak...işte bu asıl  mesele.


 

28 Mayıs 2014 Çarşamba

o hep mutlu olsun

 bir anda telefonum çaldı ve arayan mezun olduktan sonra girdiğim ilk iş yerinden bir arkadaşımdı. Sözü, özü dobra bir arkadaşım. Sana bir şey göndereceğim dedi ve iyi ki telefonum akıllıydı, ona 2006 yılında çizdiğim belki ona bile çizmediğim de öylesine herzamanki gibi karaladığım bir iki tip ve yazışmalarımızın olduğu bir kağıdı saklamış, bana hala sakladığını da ifade etmek istemiş. İşte benim için mutlu olmak için gayet süper bir neden.. Aramasıyla söyledikleriyle memnun etti bitti gitti.
            İyi niyetlerim, dualarım da onun olsun, isterim ki o hep mutlu olsun..


 

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Eringeçimdir

Bu sabah iş yerinde ilk çayımı içmeden çıkardım çantamdan geçen haftalardan kalmış, evden getirdiğim kuru beyaz çiçekleri..Çay fincanımın kenarına yerleştirdim, 'oh dedim ne güzel oldu pek şık di mi'
_ E bunun için mi getirdin bunları dedi arkadaş şaşırdı biraz..

Yapmam gereken bir kaç iş var..İşimle alakalı olanlar ve olmayanlar ama evraklar, hazırlanacaklar..
' Eringeç bir insanım ' diye konuştum durdum bugün hatta dilimizde eringeçlik kelimesinin de olduğunu tartıştık..

Eringeç bir insanım evet ama kurumuş çiçekler meclisten dışarı...


 

12 Mayıs 2014 Pazartesi

annelik duygusu günü!


Kendisini anne hisseden, anaçlık duygusuyla hareket eden, bir bebeğin bir çiçeğin bir kuşun ya da kedi ile köpegin anneliğini yapan, anne olmak için çabalayan, anne olan ya da annesiz bir çocuğun babası olup da ona hem babalık hem annelik yapan herkesin günü kutlu olsun...


 

6 Mayıs 2014 Salı

İçsel Tutuşkanlık

Bu yıl ne kadar da hızlı geçiyor değil mi? 2014'ün son ayları yapmam gereken muhasebeyi şimdiden yapmaya başladım.
Öncelikle bu yıl 30 yaşıma gireceğim için içsel bir tutuşkanlık yaşamaya başladığımı düşünüyorum. İçsel tutuşkanlık terimini açıklamak gerekirse denizde seyreden bir teknede yavaş yavaş deliklerin açılması ve elimdeki kovalarla suları boşaltma eyleminin kişide meydana getirdiği ruhsal gerilim olarak açıklayabilirim. Biraz abarttığımı düşünebilirsiniz aslında . Peki bu durumla nasıl başa çıkacağım..
Sürekli yeni bir şeylerle uğraşmak, kurslara katılmak, Önceden çok beğendiğim herşeyi 'ben de denemeliyim, belki yapabilirim' diyerek uğraşlar edinmek, denemek denemek, adeta zamanla yarışmak..Her ne kadar etraftan bakınca 'heves eden ' konumunda olduğunuz düşünülse de bu tür ilgileriniz sizi daha iyi hissettiren, üreten, eğlendiren kıldığı için kendinizi iyi hissetmenize yol açıyor.
Hayat gerçekten çok kısa! Geçen hafta ismi lazım değil hastalığı şüphesini bir operasyonla sona erdirmiş bir arkadaşın olduğu sohbette bir takım kaygılarımızın, hayal kırıklıklarımızın, bencilliklerin ne kadar anlamsızlaştığı durumlar olduğunu konuştuk. Başımıza olumsuz durumlar, can sıkıcı olaylar, hatta hastalıklar gelmeden hadi şimdi bir nefes alıp düşünelim ve şükredelim ...
Varlığı için herşeye teşekkür ederim. Herkes an'ı nasıl yaşamak istiyorsa istesin bırakalım dursun izlesin, bırakalım üretmeye heveslensin oh elinden gelirse üretip sevinsin...
                                                                                                                       sevildiğinizi bilin!



19 Şubat 2014 Çarşamba

sarı limon sarı şeker

şubat ayının sonlarını, mart ayı sürecini oldum olası sevmemişimdir. Şubat ayının kısalığından mı, zamanın çabucak geçmesine olan kaygımdan mı ya da beklediğimiz o yeni yıl heyecanının aslında kocaman bir yanılsama olduğunu farkettirmesinden mi bilmiyorum nedenlerini..
Belki de gün ışığından az yararlandığımız bu mevsimsel geçişlere, duygu durumumun ayak uyduramamasının da eklediği psikolojik bir ruh halindendir bu sevmeyişlerim.
Çocuk sahibi olmanın bir getirisi de bünyenizin şımarmasına izin vermeyip öyle ' depresyona giriyorum ' , ' aman biraz da melankolik takılayım' 'atarım var atarım sonra gider yatarım' gibi duygusal durum, alışkanlık ve sosyal çevre ile ilişkilerinizi akışına bırakıp dalgalanmalara kolay kolay kapılmayı kendi kendinize engelleyebilmenizdir. Hasta olmak istemezsiniz, her konuda tutarlılık istersiniz ve öyle eskiden olduğu gibi geceleri ayak gündüz yatak da yapamazsınız. Yaparsınız, olur ama sonuçlarına da katlanmak zor olabilir. Amaaan bilen bilir sarı limon sarı şekerdir herşeye rağmen hayat da idare eder derecede güzeldir...




 
 
 
 

31 Ocak 2014 Cuma

bilinmezse

karışık zihinlerin, toparlanamayan düşüncelerin, yetişilemeyen zamanın ve ertelenen planların ötesinde nelerin olduğunu sorgulamak mı kaygımız? o halde bir dur demek için uzun bir yolculuk gerekli. Bilinmez bir semtin bilinmez bir adresine...