8 Ağustos 2017 Salı

Home my sweet home



Sıradan bir haftasonu sabahı, çocuğunuzla birlikte, yaşadığınız şehirde sayısı pek çok olan bir alışveriş merkezinde soluğunuzu aldınız. Belki de soğuk kış mevsiminde kendinize sıcak bir ortam yaratmak ya da bezdirici sıcak olan yaz gününde efil efil zaman geçirmek için seçtiğiniz bu alışveriş merkezinin o gün için yapılabilecek aktivitelerin en mantıklısı olduğuna inandınız. 
Oyun alanına gönlünüz el verip de onu bıraktıysanız, tıpkı sizin yavrunuz nasıl sizin minişinizse, o AVM’nin de  en minişi olan tek hücreli canlıların, bakteri ve mikropların koloniler şeklinde barınmakta olduğu alanlar aslında. Bir de siz bir alışveriş kolik yani alışveriş bağımlısıgillerdenseniz sizi bu merkezde epey güçlükler bekliyor olacak… 
Sezon indirimini kaçırmamak istiyor ya da yeni sezon ürünlerine ağzınızın suyunu akıtmak suretiyle aklınızda çok çok önceden belirlediğiniz en az beş mağazayı doyasıya özgür bir kuş gibi kanatlanarak ve o kabinden bu kabine savrularak gezmek isterken, küçük yavrunuzun sıkılacağını önceki tecrübelerden mütevellit bilirsiniz ve onun için her zamanki gibi vicdanınız sızlamaktadır ya da tıpkı ilk anne olduğumda epey endişelendiğim ‘ya oğlumu bir yerde unutuverirsem ‘ kaygısına yakın korkular hissedersiniz.  Biricik yavrunuzu, siz türlü türlü ve rengarenk kıyafetler ile takılar arasında gezerken ve kendinizi tıpkı Alice harikalar diyarında hissederken ‘sıkılmasın çocuğum ‘ düşüncesiyle oyalansın amacıyla ona bir oyuncak almaya karar verirsiniz. 
Kapitalizmin, Amerikan emperyalizminin tamam o kadar abartmayayım ancak sıradan bir alışveriş merkezinin belki de en can alıcı, sinsi, nemrut vitrininin bir oyuncak mağazası vitrini olduğuna kanaat getirmiş bulunmaktayım. Aşırı sevimliliğinin altında aşırı bir göçertme gücü ve asabiyeti kaldırma kuvveti yatmaktadır. En dandirik diyebileceğimiz ipe sapa gelmeyen yüktede de oldukça hafif olan bir oyuncak fiyatının neredeyse çekirdek bir ailenin haftalık tuzlu çekirdek yeme kilosu kadar değil; karnını doyurmaya yetecek şarküteri masrafı kadar olduğu bu mağazada o biricik evladınız size sevimsiz bir canavar gibi görünebilmektedir. Elini uzattığı her oyuncak kutusunun büyüklüğüne göre fiyatının artmadığını, küçücük ufacık içi dolu turşucuk bile olmayan kıvamdaki oyuncaklara bakarak tahmin etmeye çabalarsınız. İşte O’nun o oyuncaktan vazgeçme olasılığı, sizi ebeveyni olarak seçme ve tercih etme olasılığından bile düşük olduğunu zamanla öğrenirsiniz. Ancak eğer alışveriş bağımlılığınız varsa ve siz bir kabinden oksijenli solunumuz güçleşip karbondioksit salınımız artmadan çıkamıyorsanız biricik evladınız o sevimliye dönüşen canavarınız da o siz kabinde yaşam mücadelesi verirken sıkılmasın, gönlü hoş olsun ve kabin kapısını zırt pırt açıp sizi don atlet etrafa teşhir etmesin diye onu ödüllendirir ve o oyuncağı alırsınız. O oyuncaktır ki, televizyonda izlemesiniz bile iğrenç dialog ve ses tonlarıyla adeta bilinçaltınızı kirleten, kurgusunu anlamanızın nuri bilge ceylan filmini izlemekten bile zor olduğu çizgifilmgillerden bir filmin saçma bir karakteridir. 
Çocuklarımızın genellikle aidiyet duygusu edinmek, sadece almış bile olmak ve aşırı olduğunda patolojik bir duruma yol açan biriktirmecilik güdüsüyle talep ettiği oyuncaklar maalesef onların odasında geniş bir alan kaplar ve bu sürecin sonunda, adeta yeni gelin çeyiz sandıkları gibi görünen oyuncak kutularının zamanla konutumuzun demirbaşları olduğunu gözlemleriz ve bu kısır döngü devam eder gider.  
Alışveriş merkezlerinin negatif enerji yüklü olduğunu bilir, çocukalrın ebeveynlerine, ebeveynlerinin birbirlerine hönkürdüğüne tanık olur, bunu ortamdaki spot ışıklarına, yapay iklimlendirme aygıtlarına, diğerlerinin bize göre itici gelen eşlerine ve çocuklarına bağlar ve o kadar canlı mı canlı, heyecanlı kıpır kıpır ve cıvıl cıvıl girdiğimiz o merkezden adeta bizi zorla sokmuşlarcasına ve bir hışımla geldi geçti peh peh peh dercesine kendimizi dışarı atmaya çalışırız. Kalabalık, tıkışık tepişik bir trafiğe sahip şehirde yaşamıyorsanız şanslısınızdır ve hemen evinize gelirsiniz. Evet çocuğunuzun oyuncak edinme hevesi kısacıktı ancak sizin de alışveriş sevinciniz, almış olduğunuz yeni cicilerinizin etiketini kimi zaman elinizin kesilmesiyle vuku bulan etiket koparma anınıza kadardır. 

Alışveriş tutkusunun ruhu, aşırı alışverişin, ruhunuzda fark edemediğiniz ya da bu şekilde kapatmak istediğiniz defoları yok etme isteği, boşlukları doldurma çabası ve çabuk tüketme, bir an önce sahip olma, bu şekilde de güçlü hissetme güdüsü olduğu bilinmektedir. 
Çoğu zaman içimizdeki alma- edinme hastalığına gerçekten dur demenin,  çocuğunuzla sağlıklı zaman geçirmenin ve bazen de o hiç bir araya gelemeyen iki yakayı degaje yakaya çevirmenin yeri o süslü alışveriş merkezi değildir;
Yes! Home my sweet home….