24 Kasım 2016 Perşembe

eskiden de

olmaz olmaz deme hiç,
olmaz olmaz sevgilim, zaman neler gösterir belli olmaz sevgilim...şarkısının söz yazarının iyimser bakış açısını taşımaya çalışıyorum bir süredir.
Her ne kadar olumlu düşüncenin gücü, kuantum sırrı, çember felsefesi olumlamalarından umsak da medet, yaşam aslında sanki balta girmemiş bir ormanda gizlenmiş bataklığın üzerinden geçmeye zorluyor bizi. Kimimiz bataklığı farketmeyecek yapı ve donanımda, kimimiz fiziksel ağırlığa o kadar sahipki ister istemez batmak zorunda, kimimizin algısındaki seçicilik oldukça yoğun ki yalnızca ormanın keşfedilmemiş güzelliklerini seçip buluyor. Kimimiz bataklık odaklı olmasına karşın çözüm üretip alternatif yolları bulabiliyor. Kimi kimi densiz kimi denli...
Temel güdümüz kontrol edebilme yetimiz, geleceği öngörebilme isteğimizken ve dünyanın adil olduğuna ilişkin temel bir inancımız varken; gün geçtikçe, nefes aldıkça ve kendi penceremizden kafamızı kaldırıp dışarı baktıkça yaralanıyoruz, yaşanan bu kötülüklerin mağduru olabiliyoruz ya da mağdura yardımcı olamanın verdiği suçluluk duygusu ile travmatize oluyoruz.
Eskiden de böyle miydi? Bu kadar çok ağlıyor muydu çocuklar ya da yalnız mıydı yaşlılar ve bu kadar suçlumuydu sorgulayanlar?
Eskiden daha mı temizdi havamız kömür sobalarının bitmek bilmeyen isleri olsa da soluklarımızda. Eski şarkılar da bu günlerdeki gibi vasat mıydı ya da biz vasatı kutsamaya yeni yeni mi başlar olduk?
Tıpkı şeker hamurlu pastanın gösterişli görüntüsüne aldanıp, annemizin üçüncü yaş günümüzde kendi elleriyle hazırlamış olduğu pudingli kakaolu pastanın tadını alamayınca yaşadığımız hayal kırıklığı gibi hayatımız. Malzemesi bol, görüntüsü cezbedici, içi boş, sıcak ve rutubetli ortamlara layık...

2 yorum: