20 Eylül 2017 Çarşamba

Kilo almayın

Düşüncelerim sanki uzun bir yolculuktan dönmüş bir gezgin adayının, içini boşaltmayı unuttuğu el valizine sıkışıp kalmış bir vaziyette. Kağıda dökülmeleri için bir süzgeçten geçmeleri gerekiyor. Ancak, düşünce süzgecim öncesinden pek temizlenmemiş,, tırtıkları biraz paslanmış, hafif kararmış ama tıpkı ana yadigarı gibi, anne evinden gelmiş, işlevini yitirmiş ancak basma kalıp olmasından; yeniliğin verdiği kuşkudan ve alışagelmiş olduğundan elimin altında bir süzgeç. 

Düşünceler de bu yüzden dile gelmek istemiyor, gönderilmemiş mektupların bir çekmecede kalması gibi unutulmaya yüz tutuyor. Duygularım ise adeta ana rahminde bir cenin gibi tepişmekte. Bu tepişme hali süreklilik halinde mi yoksa geçici mi? işte buna karar vermem ise zaman almakta. Belki de bu yüzden yazıp içimi kağıtlara dökme zamanı bir türlü gelmiyor.
Schopenhauer 'un ' ömrümüzün ilk kırk yılı metindir, takip eden otuz yıl da bunun yorumu ' deyişi içimi rahatlatmasaydı, yorum kısmı için acele etmiş olabilirdim.
Şu sıralar metin bölümünden olmamdan mütevellit; etrafı, çevreyi gözlemlemeye, gözlemlediklerimi de azar azar sindirmeye çalışıyorum.

Sindirim tarafı en önemli aşaması olmalı bu sürecin. Günlük yaşamda karşılaştığın olayların, dinlediğin hayatların, okuduğun ve kimi zaman içinden geçtğin anların sana kattıklarını, düşündürdüklerini kimi zaman da senin maruz kaldıklarını sindirmek...Kalbimi ve ruhumu daha berrak kalması için zorlayarak kendi çiğliklerimin ve işlevsel olmayan savunma mekanizmalarımın üstesinden gelmeye çabaladıkça herkesin bu ve benzeri şekillerde kendisini tanımaya çalıştığını, benliğinin parçalanmış arazilerinde kaybolabildiğini düşünerek kendisini onarmaya çalıştığını düşünüyorum. Onlara, onlar haberleri bile olmadan, ruhları bile duymadan yüzbinlerce şans adeta minik çekiliş kuponları veriyorum; ikramiyeleri ise  bir şekilde yaşamıma dokunmuşlarsa hiç bir negatif düşüncemi almamaları...
Evet yaşam biraz hayal kırıklığından ibaret ve bu şekilde davrandığınızda herkesi kendiniz gibi sanma sanrısı yaşayabiliyorsunuz. Siz, kendinizle meşgulsunuz ancak diğerlerinin telefon fihristi meşgul oldukları başkalarının kararları, hayatları ve tecrübeleri ile dolmuş taşmış...Elinizden ne gelir, rahatlamak ve ruhunuzu onarabilmek için 'kabul ediyorum ve onaylıyorum ' olumlamaları...

Sindirim sistemi yaş ilerledikçe mekanik boyuttan ziyade kimyasal olarak kolaylaşıyor sanırım. Enzimlerim aracılığıyla parçalanmış ve sulandırılmış besinleri yapı taşlarına ayırmakta eskisi kadar zorlanmıyorum. Enzimler senin arkadaşların, dostların oluyor, küçük molekülleri dostların sayesinde kana geçiriyor, sindirimi tamamlıyorsun.

Sahi son zamanlarda sen kilo mu alıyorsun?


8 Ağustos 2017 Salı

Home my sweet home



Sıradan bir haftasonu sabahı, çocuğunuzla birlikte, yaşadığınız şehirde sayısı pek çok olan bir alışveriş merkezinde soluğunuzu aldınız. Belki de soğuk kış mevsiminde kendinize sıcak bir ortam yaratmak ya da bezdirici sıcak olan yaz gününde efil efil zaman geçirmek için seçtiğiniz bu alışveriş merkezinin o gün için yapılabilecek aktivitelerin en mantıklısı olduğuna inandınız. 
Oyun alanına gönlünüz el verip de onu bıraktıysanız, tıpkı sizin yavrunuz nasıl sizin minişinizse, o AVM’nin de  en minişi olan tek hücreli canlıların, bakteri ve mikropların koloniler şeklinde barınmakta olduğu alanlar aslında. Bir de siz bir alışveriş kolik yani alışveriş bağımlısıgillerdenseniz sizi bu merkezde epey güçlükler bekliyor olacak… 
Sezon indirimini kaçırmamak istiyor ya da yeni sezon ürünlerine ağzınızın suyunu akıtmak suretiyle aklınızda çok çok önceden belirlediğiniz en az beş mağazayı doyasıya özgür bir kuş gibi kanatlanarak ve o kabinden bu kabine savrularak gezmek isterken, küçük yavrunuzun sıkılacağını önceki tecrübelerden mütevellit bilirsiniz ve onun için her zamanki gibi vicdanınız sızlamaktadır ya da tıpkı ilk anne olduğumda epey endişelendiğim ‘ya oğlumu bir yerde unutuverirsem ‘ kaygısına yakın korkular hissedersiniz.  Biricik yavrunuzu, siz türlü türlü ve rengarenk kıyafetler ile takılar arasında gezerken ve kendinizi tıpkı Alice harikalar diyarında hissederken ‘sıkılmasın çocuğum ‘ düşüncesiyle oyalansın amacıyla ona bir oyuncak almaya karar verirsiniz. 
Kapitalizmin, Amerikan emperyalizminin tamam o kadar abartmayayım ancak sıradan bir alışveriş merkezinin belki de en can alıcı, sinsi, nemrut vitrininin bir oyuncak mağazası vitrini olduğuna kanaat getirmiş bulunmaktayım. Aşırı sevimliliğinin altında aşırı bir göçertme gücü ve asabiyeti kaldırma kuvveti yatmaktadır. En dandirik diyebileceğimiz ipe sapa gelmeyen yüktede de oldukça hafif olan bir oyuncak fiyatının neredeyse çekirdek bir ailenin haftalık tuzlu çekirdek yeme kilosu kadar değil; karnını doyurmaya yetecek şarküteri masrafı kadar olduğu bu mağazada o biricik evladınız size sevimsiz bir canavar gibi görünebilmektedir. Elini uzattığı her oyuncak kutusunun büyüklüğüne göre fiyatının artmadığını, küçücük ufacık içi dolu turşucuk bile olmayan kıvamdaki oyuncaklara bakarak tahmin etmeye çabalarsınız. İşte O’nun o oyuncaktan vazgeçme olasılığı, sizi ebeveyni olarak seçme ve tercih etme olasılığından bile düşük olduğunu zamanla öğrenirsiniz. Ancak eğer alışveriş bağımlılığınız varsa ve siz bir kabinden oksijenli solunumuz güçleşip karbondioksit salınımız artmadan çıkamıyorsanız biricik evladınız o sevimliye dönüşen canavarınız da o siz kabinde yaşam mücadelesi verirken sıkılmasın, gönlü hoş olsun ve kabin kapısını zırt pırt açıp sizi don atlet etrafa teşhir etmesin diye onu ödüllendirir ve o oyuncağı alırsınız. O oyuncaktır ki, televizyonda izlemesiniz bile iğrenç dialog ve ses tonlarıyla adeta bilinçaltınızı kirleten, kurgusunu anlamanızın nuri bilge ceylan filmini izlemekten bile zor olduğu çizgifilmgillerden bir filmin saçma bir karakteridir. 
Çocuklarımızın genellikle aidiyet duygusu edinmek, sadece almış bile olmak ve aşırı olduğunda patolojik bir duruma yol açan biriktirmecilik güdüsüyle talep ettiği oyuncaklar maalesef onların odasında geniş bir alan kaplar ve bu sürecin sonunda, adeta yeni gelin çeyiz sandıkları gibi görünen oyuncak kutularının zamanla konutumuzun demirbaşları olduğunu gözlemleriz ve bu kısır döngü devam eder gider.  
Alışveriş merkezlerinin negatif enerji yüklü olduğunu bilir, çocukalrın ebeveynlerine, ebeveynlerinin birbirlerine hönkürdüğüne tanık olur, bunu ortamdaki spot ışıklarına, yapay iklimlendirme aygıtlarına, diğerlerinin bize göre itici gelen eşlerine ve çocuklarına bağlar ve o kadar canlı mı canlı, heyecanlı kıpır kıpır ve cıvıl cıvıl girdiğimiz o merkezden adeta bizi zorla sokmuşlarcasına ve bir hışımla geldi geçti peh peh peh dercesine kendimizi dışarı atmaya çalışırız. Kalabalık, tıkışık tepişik bir trafiğe sahip şehirde yaşamıyorsanız şanslısınızdır ve hemen evinize gelirsiniz. Evet çocuğunuzun oyuncak edinme hevesi kısacıktı ancak sizin de alışveriş sevinciniz, almış olduğunuz yeni cicilerinizin etiketini kimi zaman elinizin kesilmesiyle vuku bulan etiket koparma anınıza kadardır. 

Alışveriş tutkusunun ruhu, aşırı alışverişin, ruhunuzda fark edemediğiniz ya da bu şekilde kapatmak istediğiniz defoları yok etme isteği, boşlukları doldurma çabası ve çabuk tüketme, bir an önce sahip olma, bu şekilde de güçlü hissetme güdüsü olduğu bilinmektedir. 
Çoğu zaman içimizdeki alma- edinme hastalığına gerçekten dur demenin,  çocuğunuzla sağlıklı zaman geçirmenin ve bazen de o hiç bir araya gelemeyen iki yakayı degaje yakaya çevirmenin yeri o süslü alışveriş merkezi değildir;
Yes! Home my sweet home…. 

15 Haziran 2017 Perşembe

Biriciksin


Sınırlarımız üzerine hiç düşündük mü? Sınırlar yaşam içinde aidiyetimiz, değerlerimiz görev ve sorumluluklarımızı belirginleştirip anlamlı kılan bir o kadar da işlevselleştiren unsurlardır. Sınırlarım, beni koruyan, yaşamımı idame ederken yönümü belirleyip çok hızlandığımda beni yavaşlatıp belki durdurandır.
Sınırsız olan hayal gücü, hiç bir zaman yitirilmemesi gereken umut limiti, kahkaha desibeli, sevginin her çeşiti olmalıdır. Ancak, senin için ve kendim için yapabileceklerinin elbet bir sınırı vardır. 
Çocuk yetiştirmede minik yavrumuzu bir yol haritası çizmesine yardımcı olurken onu sınırlarla tanıştırırız. Ona elde edebilecekleri için çaba gösterirken bir sınırının olduğunu öğretirir ve biliriz ki bir çocuğun gerçekte ihtiyacı olduğu şey sınırların varlığının olduğunu bilmesi, sınırların belirli olduğu bir alanda, düzen, tutarlılıkla büyümesidir.
Birer yetişkin olarak çoğu zaman kaygılı, bir o kadar bencil düşünce yapısına sahip davranabilen  bireylerin. Ancak çocuklarımızda bunların aksinin olmasını bekleriz. İçe dönük, yüzü sirke satan danışan bir baba, kızının mutsuz görünümünden tedirgin olup da onu terapistlerle küçük yaşta tanıştırıp hiç bir şeyin küçük kızını memnun edemediğinden yakınabiliyor. Her daim güleryüzlü, istediğini kolay elde edebilecek, herhangi bir saldırgan yaşıtıyla  karşılaştığında kendisini savunup mümkünse zarar vermeden ortam krizini yönetebilecek, kendi öz bakımını yerine getirebilecek ve hayal kurup bir de o hayali gerçeğe yakın kılıp ortaya ürün koyabilecek çocuklarımız olsun istiyoruz. Mutlu olsun böylece dolaylı olarak beni mutlu etsin  ama yeter ki mutlu olsun istiyoruz.
İçimizde dolmak bilmeyen bir boşluk hissi varsa, size yetmeyen bir şeyler, hala varlığı ve neşesiyle size ilaç gibi gelmeyen dostlar edindiğinizi düşünüyorsanız. Uzun zamandır almak istediğiniz arabaya artık biniyor olsanız bile hala ulaşımda rahatınız konforunuz yerinde değilse, country tarzı döşediğiniz, minimalist bir yaşam belirlediğiniz evinizde hala 'huzur benim neyime?' diye dolaşıyorsanız burada başka bir şekilde, dışarıdan ve destekle elde edemeyeceğiniz, size sonradan verilmesi, kazandırılması mümkün olmayan bir şeyin eksik olduğu düşünülebilir. Özdeğer !
Bizler, annemizin rahmine düştüğümüz andan itibaren varoluşumuzdan mütevellit değerli canlılarız. çocuklarımıza da pek çok şeyden önce kendisine değer vermesini, benliğine olan özsaygının, benlik değerinin başkalarının görüş, düşünce, ilgi ve sevgisiyle artıp azalmayan bir yapı olduğunu öğretmemiz gerekmektedir. Çocuğumuz özdeğerin dışarıdan edinilen, çok sevilip sayılmayla kazanılan bir değer olduğunu düşünerek büyüdüğünde, kendisi için sağlıklı kararları almada sürekli bir bocalama içinde olabilir, tercih yaparken kendi seçim ve önceliklerini değerlendirmeden daha çok başkasına göre kararlar alabilir ve bundan da öte yukarıda bahsettiği sınırlar konusunda da belirsizlik içine düşebilir. Başkalarını memnun etmek adına kendi sınırlarını sürekli değiştiren, özdeğerine olan olumsuz atıfları nedeniyle etrafındakilerin kendisine daha çok değer vereceğini düşünerek başkalarının hayatlarında sürekli bir süs biblosu gibi en güzel yere koyulmayı bekleyen, bunu talep eden ve onların sınırında yaşamını sürdüren bireyler olabilirler.
O halde çocuğumuz daha güleç olsun, her an'dan haz almasını bilsin istiyorsak, bir aynaymışcasına daha çok açalım ağzımızı gülümserken, insan ilişkilerinde başarılı, sosyal,  kendine yetebilen birisi olsun istiyorsak; bugün daha çözümcül yaklaşalım iş yerindeki çözemediğimiz çatışmalara ve bilelim ki yalnızca değerli olan senin çocuğun değil ki tüm dünya çocukları değerli, biricik.
Sen de biriciksin, emin olabilirsin...

6 Haziran 2017 Salı

Ağ olmak

Birbirine dolaşmış ipleri olan balıkçı ağını çözmeye çalışan bir balıkçı hayal edelim. Ağın kokusunu, ona yapışmış yosunların elde bıraktığı o yapışkan hissi. Ağa zamanında takılmış, balıkçının umudu olmuş balıkların çırpınışları ve sessiz çığlıklarını. Balıkçı ağı bir kenara bırakır ve ağ olmak o an zordur ve o öylece bir kenara bırakmaz kendini. Ağ olmak nasıldır azizim! 
Yaşlı bir elin ördüğü bir ağdır bu. Ne emekle ne sabırla ne akıl almazlıkla örmüştür onu. Zokayı takar haydi bir umut. O büyük balık onun olsun da zokanın kurşunu adres sormasın. O pullu renkli ama etli olan çok beğenilen ama az bulunan o tür onu bulsun ister. Bir kaç kere yaşanmıştır böyle güzel anlar belleğindedir yaşlı balıkçının. Oğlunu askerlik yapması için gönderdiği, asker eğlencesi düzenledikleri o akşamın ertesi gelmiştir ağına o en güzel tariflerdeki balıklardan biri ama üzülmüştür pek çok. ' tüh keşke daha önce gelseydin de yiyip de gitseydi canım oğlum ' diye. Bir defasında da kendi evini alıp taşındıklarında nakliye aracının sahibinin özverisini görünce onu çok sevmiş ve mevsimi de zamanı da olmasa bile nakliyecinin kısmetine atmıştı ağını ve gelmişti yine büyük bir balık tabii ki  nakliyecinin hiç haberi olmadı bu durumdan. O yaşlı da düşündü, haberim olmadan hangi niyetlerin kısmeti oldum acaba diye tekrarladı kendi kendine. 
Tıpkı balık ağlarının diline tercüman olmuştu kendisi
. Kimi zaman zevkine düşkün, ağzının tadını bilen kendi asil ruhu bedbaht bir soylunun midesi kimi zaman aç bir sokak kedisinin dolup taşan küçücük midesi sebeplenir bu ağdan, ağın iplerinden. 
Belirsizliğe atılmış, nasıl bir güne uyanmış, önü arkası nasıl bilinmemiş bir zaman süreci içerisinde ve zamana rağmen ilerliyoruz. Vaktin acımasızlığı içinde, düşünce hızımızın sınırlılığında, bildiğimiz ışığın bilmediğimiz boşluktaki hızı gibi o ölçemediğimiz manyetik alan dalgaları gibiyiz. Bir marangozun eserini düzelttiği son perdedeki o gürültülü sesleri duyar gibi oluyoruz. Sanki bir genç kıza annesinin aldığı o ilk parfümün alt notalarını koklar gibiyiz.  En sevdiğimiz tiyatro oyuncusunu yakından görmek için girdiğimiz o salonun boş koltuklarında savrulurken henüz gelmemiş protokolün yerinde gözümüz kalmış gibiyiz. İnsanoğluyuz ve doğamızdan kusurluyuz ve kimi zaman bunu bilmiyor; bildiklerimizin gizli tanığı olmaktan başka bir şey yapamıyor gibiyiz. 
Birbirine dolaşmış ipleri olan balıkçı ağını çözmeye çalışan bir balıkçı hayal edelim. Ağın kokusunu, ona yapışmış yosunların elde bıraktığı o yapışkan hissi. Ağa zamanında takılmış, balıkçının umudu olmuş balıkların çırpınışları ve sessiz çığlıklarını. Balıkçı ağı bir kenara bırakır ve ağ olmak o an zordur ve o öylece bir kenara bırakmaz kendini. Ağ olmak nasıldır azizim! 

14 Mayıs 2017 Pazar

yol öğretir

Yol öğretir arkadaş. Kendini nerede tutman gerektiğini bazen nerede durman gerektiğini yol öğretir. Pes edip düşünmeyi bırakıp, başını soğuk, kirli tren camına yasladığında hissettiğin o sertlik ertelemenin seni rahat bırakmayacağını, ertelediğinde kolay kolay uyuyamayacağını öğretir. Belki de o soğuk, kirli tren camı, gözlerini her kapadığında an'dan uzaklaşamayacağını da öğretiyordur. Trenin vicdanıdır o camlar ki bu yüzdendir soğukluğu, vicdanının sızlaması bazen de hiç olmaması da kiridir, buharıdır isidir camın.
Yol, her şekli biçimi ve sürekliliğiyle hayal ettiklerinin hem kendisi hem de bütünüdür. Bir yaşamı kurarsın her gördüğün kahverengi bozkırın içinde saklanmış küçük evlerde. Gördüğün nadasa bırakılmış tarlalarda sen de ektiğini biçersin muhakemenle ve kolay kolay idrak edemezsin gördüğün manzara önünde hızla akıp giderken, ay'ın siluetinin de avını takip eden kaplan misali seni izlemesini. Kimi zaman bekleyişler yorar bünyeni yoldan daha çok, yoldan daha bitmeyen ve bir türlü seni terk edemeyen bekleyişler tüketir umudunu. Eski ama eskimeyen istasyonların birinde çeşmeden su içmek için trenden inmiş ama trenin kalkma endişesine yenilip eylemini bitiremeden yeniden binmiş gibi yarım kalmış yaşantılar yaşandı yollarda  ve yollar o sonlanmayan anıları, içip de kanılmayan o suları ve istasyon insanlarını hiç unutmadı.
yol öğretir arkadaş, nerede es vermen gerektiğini, düşüncenin esaretini nerede sona erdirebileceğini ve bazen de tüm hikayeyi gözünü bile kırpmadan bitirmen gerektiğini. Yolun seni yalnız bırakmayacağını ama yolda bulduklarının yanında her an olmayacağını. Sana sen'i, senden olanı ve seninleyi yol öğretir arkadaş.

ANNELER VE ANNE ADAYLARI! GELECEKTEKİ SİZE MEKTUP GÖNDERMEYE HAZIR MISINIZ?


Arçelik’in gözünde tüm anneler kraliçedir.
Anneler günü’nüz kutlu olsun!
Anneler ve anne adayları!
Gelecekteki size mektup göndermeye hazır mısınız?
Bu sayfadan gelecekteki bir güne mektup yazın, hem bugünden geleceği düşünmek için kendinize zaman ayırın hem de kendinize gelecekten bakma imkanı yaratın. “Anneyim” ya da “Anne olacağım” butonlarından birine basın. Mektubu doldurun. Gelecekte bir tarih belirleyin. Size o tarihte kendinize yazığını mektubu gönderelim.
İnsanın düşünceleri her gün değişiyor. Hele ki anne olmak insana bambaşka bir duygu kazandırıyor. Bu mektubu göndererek bugünkü hislerinizi gelecekte de hatırlamak ve geçmişteki hislerinizle o günkü hislerinizi karşılaştırma fırsatı bulacaksınız.
Bir boomads advertorial içeriğidir.


2 Mayıs 2017 Salı

yeşil hurda

Şimdi su yeşili hurdaya çıkmasına ramak kalmış bir otomobilin içerisine bir kaç kişi tıkılıp uzun bir yolcululuk sonrası mola verdiğimiz yerde farklı kültür ve etnik kimliğe sahip yaşlı, eğlenceli amcalarla çılgınlar gibi dans ediyor olma hissi var içimde.
Hatta bunu arkadaşlarımla paylaştığımda, arkadaşımın tepkisi arabanın kaputuna çıkıp dans etmek istediğini söylemek oldu. Dinlediğimiz bir şarkının bende canlandırdığı bu hisler ve ardına takılan hayaller...
Sistemde bir hata var gerçekten öyle. İçinde bulunduğumuz düzen bir çarpık bir yanlış bir ilginç. Hani mobilya takımı taksitini ödemek için çalışıyoruz diyenler var ya ne kadar doğru aslında. Hadi parayı buldun buluşturdun, ya izin alma zorunluluğu, yalnızca emekli olduğunda özgür olma yeterliliği kazanmamız ancak emekliye ayrıldığımızda artık yaş icabı herşeye geç kalabilme gerçekliği ne olacak? Sistem çarpıklığı değil de nedir bu? Neden emekliye ayrıldığımda güney sahilinde bir yere yerleşip ayaklarımı kuma gömme suretiyle romatizmamı dindirerek izdivaya çekilmek zorunda kalıyorum. Ben ne zaman kot şortumu altıma çekip beyaz tshirtümü üzerime giyip yalnızca bir çantayla arabama atlayıp güneşin doğuşunu izleyebileceğim sahillere ulaşıncaya kadar mola vermeden seyahate çıkamıyorum? Kafa nereye biz oraya şarkısını sadece canlı müzik mekanlarında tek elimi havaya kaldırma suretiyle kız arkadaşlarımla hönküre hönküre söylemekle yetinip işlevsel kılamaz mıyım? bir yaşam felsefesi haline getiremez miyim? Tanrı misafiri sadece ebru gündeş olmak zorunda mı ben de arada olamaz mıyım diye düşündüğümüz bu tür serzenişli anlarda halil sezaiye bağlamadan anlık bir farkındalık sağlayaraktan ve derin bir nefes alaraktan 'içinde bulunduğum bu koşulu kabul ediyorum ve onaylıyorum' diyerekten kendimizi telkin edebilmemiz gerekmektedir.

Herkesin bu tür zamanlarda benliğini koruması bir o kadar da savunması için birtakım mekanizmaları mevcuttur. Sosyal medyada gördüğümüz her anını değerlendiren, eğlenen, bebeğiyle kaliteli zaman geçirirken kahkülünü kendi kesip, tshirtünü parçalayıp tarz yapıp bir de yoğurdunu fırında mayalayan bir de spora gidip amuda kalkan kadınlara karşı az çok özenmesi, heveslenmesi, tepesinin atması, öfkesi, haseti olabilmektedir. İşte kimisi bu tür olumsuz duygularla baş etmek için gözünde o kişiyi değersizleştirir, 'aslında çok mutsuz be yaaa' atıflarında bulunur kimisi de telefonunu elinden sessizce masaya bırakıp onu kenara koyar ve hayallere dalar...
İşte şimdi yeşil hurdaya çıkmasına ramak kalmış bir otomobilin içerisine bir kaç kişi tıkılıp yola çıkıyoruz. Bir Kuba, bir Beyrut ya da Bali adaları falan olmasa da güneye doğru yol alıyoruz. Fonda da hazır şarkımız...
 Bu ne biçim hikaye böyle.
Hasta mısın nesin bana söyle
Gel gidelim güneylere
Yenilenip dinlenmeye.....

13 Nisan 2017 Perşembe

Hunharca iletişin

Turuncu renkte ankesörlü telefonların jetonlarına ne değerler atfederdik. İçine girdiğimiz o kulübede soluduğumuz havada saklıydı ne anılarımız. O küçük jetonun akıbeti kadar bir konuşma süresi, hasbelkader kurduğumuz cümleler ve belki de bir türlü vedalaşamadan geçip giden anlar. Rengarenk pulunu yalayıp bir türlü zarftaki pul yerine yapıştıramayıp da uğraştığımız zamanlara denk gelir bu telefon kulübelerinin işlerliği. Gönderilmemiş mektuplar kadardır sosyal ağımız. Atılmamış triplerimiz, bir türlü sevgimizi ifade edemeyişimiz ve ağlamamak için kendimizi zor tutuşlarımız.
Meşakkatli bir yaşantımız varmış yıllar öncesinde. Ulaşımımızda, iletişimimizde, üretimimizden tutun da tüketimimizde de bile meşakkatli durumlar söz konusu imiş. Balkondaki çamaşır ipine kuruması için astığımız, o is kokulu ve soğuktan donup adeta bir korkuluk halini almış giysileri açmakta da varmış güçlüğümüz. Salonumuzun ortasındaki sehpada duran kültablasının ağırlığını taşımak, sabah vakti olduğunda sönmüş sobanın verdiği soğukluklukla güne uyanmak ve ay sonunda vergi iadesi fişlerini hesaplayıp dolduran babanın sessizliği ile ciddiyetli havasını solumak, eve gelen misafirlerin hiç istemediğimiz dönüş zamanını kestirmenin verdiği çocuksu kaygıyla baş etmek ve sokağa bizimle oynaması için çağırmaya koştuğumuz arkadaşımızın kapısında soluk alıp verirken çaldığımız zilden medet ummak..Hepsi adeta birer meşakkat...
Şİmdi de oldukça basit olan yaşamsal mevzuları sıralayacak değilim. Takılıp kalmayalım bir türlü çözemediğimiz sorulara ve bildiklerimizden başlarken soruların, o sınıfın en haylaz öğrencisinin her sınav başlangıcında sorduğu 'hocam bildiğimiz sorudan başlayabilir miyiz' sorusuna cevaben sınıfın en inek öğrencisinin tıpkı canımızı acıtırcasına ' bitirenler çıkabiliyor mu' atışmalarından etkilenmeyelim. Ortamda sessizlik olduğunda 'birinin kızı oldu heralde' diye sukuneti bölmeyelim.  ATM sırasında beklerken parası buruşuk diye bir türlü yatıramayanı 'cık cık cık cık' diyerekten, bade süzerekten ve inci dizerekten strese sokmayalım. Mağazada giyip denediğimiz, olduramadığımız kıyafetleri kabinde bırakmayalım ve tramvaya iniş ve binişlerde tutamaklardan tutalım.
Turuncu renkte ankesörlü telefonlara gelince de zamanında varsa eğer yarım bıraktığınız bir ilişkiniz, sonu gelmemiş bir bitiş cümleniz ya da bir türlü cesaret edemeyip de deneyimleyemediğiniz kursağınızdaki bir hevesiniz şimdi durmayın peşinden gidiniz, yeni bir jeton alınız ve ankesörün deliğine atınız, sinyal sesini duyunca da hunharca iletişiniz...


 

12 Nisan 2017 Çarşamba

Aynı derede

Zaman akıp gidiyor. Hatta bu akış öyle bir akış ki sanki Herakleitos'un da nuh nebi zamanda söylediği gibi bir değişim hali...Aynı dereye iki kere girmenin olanaksız olduğunu söyleyen Herakleitos, doğanın sürekli değişim halinde olduğunu vurgulamış. Akan suyun pislik tutmadığını savunan atalarımız da değişimin olması gereken bşr düreç olduğunu, yeni yaşantıların belki de kişilerin gelişimleri için daha iyi olacağını söylemek istemiştir.
oysa kimimiz daha duarağan, sabit, durgun bir şekilde yaşamayı ister. Her türlü değişim gerektiren koşul ve durumları kolay benimsemeyiz. Pek çok rutin insanı vardır. Aynı saatte aynı renkli kupasıyla sabah kahvesini yudumlarken, o gün yapacağı klasik aktivitelerini planlayıp olası farklı koşulların varolmasına da direnç gösterebilecek bünyelerdir bu kimseler. Yaşadıkları şehire, adım attıkları toprağabağlı hatta bağımlı olan insanlardan söz ediyorum. Aynı kapılarıları hep aynı anahtarla ve aynı düşüncelerle, niyetlerle açarlar. Eve dönüş yolları aynıdır, aynı tutkuyla uyanırlar güne...
Belki de bu değişim direncinin altında alışkanlıukların yanı sıra, kişisel varoluş kaygıları, uyum sorunları ya da yeniliğin her daim beraberinde getirdiği belirsizliğie ilişkin hoş olmayan duygulardan kaçınmalar yatıyordur.
Olsun tebdili mekanda ferahlık vardır demişler. Kimi zaman terk'i diyar etmek erdemli bir davranış olacaktır ama çok da umutlanmamak lazım gelmektedir ki biz nereye gidersek gidelim, hangi derede iki ya da daha fazla sayıda yüzersek yüzelim, istersek bacakalrımızı spagat açıp bir de ters takla atalım olacağı varsa olur zati, gidenin önünde dağ olsa durmaz yani...

15 Mart 2017 Çarşamba


eveet, nasıl olmuş da şubat ayını atlamışız, yazmamışız bilemedim. Diğer aylardan daha kısa sürmesinden mütevellit olabilir.
Burası adeta günlüğüm gibi buraya yazdığımda bana sağaltım yapıyor gibi. kendi kendime kaldığım ve ancak an'ın sonunda kendimi başkalarıyla kavuşturduğum bir yer gibi..
bir de Murathan Mungan 'ın dediği gibi  'yazacak ne çok şey var ve ne kadar az zaman'.. Aslında varoluşsal sıkıntıların, yaygınlaşmış anksiyete bozukluğuna sahip olanların, bar filozoflarının sıkıntısı da değil midir ahir zaman
Belki de Teoman'ı zamanında ' vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor 'diyerek bizi uyarmasından anlamalıydık bunu ve  an'ın kıymetli bir şey olduğunu kavramalıydık.

 

31 Ocak 2017 Salı

Pullu olmayı diledik


Erken çocukluğun süregelen bir yapısı, etkili uzantısı, uzun bir gölgesi var. Temel gereksinimlerimizin karşılanması gereken o kritik ilk iki yıl döneminin ne kadar önemli olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Güvenli bağlanmanın, ileriki dönem yakın ilişkilerinin niceliğini bile etkileyebileceğini artık iyi biliyoruz.
Şimdiye dek yüzlerce ergen gelişim döneminde olan çocukla görüştüm, kimi zaman dezavantajlı gruplar dediğimiz kesimde doğup yetişmekte olan çocuklarla. İlk bakışta hissettiği yalıtılmışlık duygusunu, içinde yaşadığı yalnızlığı bakışlarıyla bana da hissettirirler sonra da soğuk bir denize girip ısındığımızda hissettiğimiz sıcaklıkla yaklaşır kimisi ya da tıpkı çocukken o çok sevdiğimiz buzparmak dondurması gibi keskin tatları iz bırakır görüşmede. Bedensel algılarına inanılmaz önem verirler ve saç modelini fark edip ona emek verdiğini farkettiğimizde kimisinin yüzünde güller açtığını görürsünüz. Terk edilmiş olsa da ya da kalabalık bir aile yapısının içinde yalıtılmış kalsa da genellikle en çok sahip çıktığı, korumaya çalıştığı alanı ailesidir. Onu terk etmek zorunda kalmış ya da çekip gitmiş annesinin hala kendisini arada da olsa telefonla aradığını vurgulayanı çok olmuştur. Ne kadar ebeveynlerine tepkisel olsa da kolunun bir kenarında annesinin ismi kazılıdır ya da canım anam yazılıdır. Güvenli sığınağı oradadır ve saklamak istediği pek çok arzusu, hezeyanları, çelişkisi, yanlış ve doğruları orada apaçıktır. Risk almayı belki de hala büyümekte olan beyin yapıları ve gelişmekte olan zihinsel süreçleri emreder  onlara. Sıklıkla görüşmede bundan bahsediyorum onlara. Şimdi birisi gelse ve bu camdan dışarıya atlayabilir misin aslı dese ben atlamam ama bence sen bir düşünürsün derim, gaza gelir misin diye sorarım aleni şekilde. Risk  almayı fiziksel bir etkinlik olarak bir davranış biçimi olarak görmediğini bildiklerime bile. Kendisini ifade etmeyi seven bir ergen ile görüşüyorsanız ne ala. Size de sorular sorar, sosyal medya hesaplarınıda arkadaş olmanızı ister, ebeveynleriyle görüşmeden çıktıktan sonra içeri yeniden girip doğruları söyleyim mi der, bir de birlikte çekileceğimiz bir selfie ister. Onlarla iletişim kurmanın en rahatlatıcı yanı aynı süreci kendinizin de  bir şekilde yaşamış ve o gelişim dönemlerinden geçmiş olmak. Onların geçmiş olduğu yollarda karşılaştıkları tünellerin bir kısmını biz görmedik belki de ya da benim tünelim dönemin ulaştırma politikası gereği daha aydınlıktı belki de. Kimi tünellerde yolun sonundaki ışığı görmenin pek mümkün olmadığı durumlar vardır ve bu yoldaki çocuklara yolculuklarında eşlik etmek üzere rehberlere gereksinim vardır, işte bunu farkedip onun da farketmesini sağlamak ve güvenilir ellere yönlendirmek gerekmektedir.
Çocukluğun uzun gölgesinde, bilmediğimiz adreslerde, kalabalık yüzlerle ve bilinmezliğe doğru yürüyoruz. Demlenmekte olan çayını içeceğini hayal eden, günün yorgunluğunu ayağından çıkardığı siyah, altı ezilmiş ama iplik dokusu yırtılmamak için direnen çoraplarını çıkarıp fırlatarak bitireceğine inanan amcanın ruh hali gibi psikolojik durumumuz Yalın, oldukça basit. Kimi zaman da tıpkı çirkin görünümlü olup, o yaşadığı gösterişli akvaryumun cezbedici pullu balıklarının çöplerini temizleyerek yaşamını idame ettirmeye çalışıp cama yapışık olan vatoz canlısı gibiyiz. Erken çocuktuk, ergen olduk, gecikmiş yaşı bulursak ölüp gideceğiz, hepimiz pulları hayal ettik umduğumuzu değil bulduğumuzu yiyebildik.

 


Aslı'nın duası

Güzel bir kaç kelime var bildiğim; özgürlük, belki biraz huzur, ne iyi olur ki içinde bolca heyecan olsun  ve bir o kadar da barışçıl..
Sadece kalbimin attığını hissettiğim bir gürültü, bunun farkında olacağım bir sakinlik ve içinde sevgi olan bir kalp olmalı ki sesi bana dinginlik versin.
Aklımdan geçen bir o kadar da içime sinen niyetler gerçek olsun ve midemi doyuran nimetler hep faydalı olsun. Bedenime, ruhuma ve zihnime en yakın yine ben olayım ve ağzımdan çıkanı yine ilk ben duyayım.
Ellerim sevdiklerime isterim ki hep dokunsun, kulaklarım en iyi havadisler işitsin, gözlerim gülen insanlar ile korunan bir doğa görsün..
Duam burda hep dursun, belli olsun, inanırım ki gerçek olsun..
                                         
                                                                      Amin

3 Ocak 2017 Salı

perde

Saman kağıtlara yazılmış roman hikayeleri daha derin, daha bir romantik muhteviyatlı gelir. Başımdan aynı olay geçmiş olsa da sanki alt komşumun annesi daha bir heyecanlı, ahenkli anlatır anılarını, yaşam deneyimlerini.. Uzun bir yolculukta, cam kenarında oturmanın sarhoşluğu ile kurulan yol tadında hayallerimiz daha bir oluverecekmiş gibi gelir ve istemezsin o yol bitsin...
Yaşam da o kadar derin, kıymetli ve tekrarı yok gibi geliyor ama sanki elimizden bir o kadar kayıp gidiyormuş gibi. Ortaokul fen bilgisi dersi labaratuarında tanıştığımı o ağır metallerden olan cıva misali..Oysa bir o kadar hafif, gümüş renkli, koyduğumuz kaptaki gibi hareketli. Birinci derecede maruz kalındığında zehirli, eser miktarı pahalı ama sorsan pek bir gereksiz gibi..peki yaşamımız da sahiden öyle mi?
Her sabah güne gülerek uyanıp, yıllar önce mutlku ve kırışıksız bir ünlünün tavsiyesinde gördüğüm gibi ayna karşısına geçip beş dakikalığına bedenime şükür egzersizi yapıp sütlü kahvemi içip o gün yavrumu, ailemi nasıl besleyeceğim, ruhumu nasıl doyuracağım sadece ruhumu değil tabii canım midemi nasıl doyuracağım gülüp eğleneceğimi düşünerek geçireceğim günler olmasını istiyorum.
Bizler kuş sütünün eksik olmadığı sofralarda, markalı afilli tasarım kıyafetlerle, çocuk oyun atölyelerinde büyümedik değil mi? ilk fotografımız özel doğum fooğrafçısı tarafından çekilmedi. Hala annem ile babamı el ele tutmuş gezerken görmedim ben. Belki de <nnem de uzun bir yol mesafesinde babamla birlikte yürümediği için kendi adımlarıyla onunkisini karşılaştırmamıştır hiç..ama çocukluğumda şehirler arası uzun tren yolculuklarında tanıştım kitaplarla. Çok sayıda değiştirmiş olduğum okullar nedeniyle sevdiğim arkadaşlara yapışmışlığım, bir türlü terk edemeyişlerim ve kaygılı bağlanmalarım. Emekli babanın çocuğu her eğitim öğretim başlama ayında kitap ve okul giysisi masrafı düşünerek başlar okula ki belki de bundandır nakitle banknotla olan kan uyuşmazlığım.
Bir nesil bu şekilde , buna benzer kaygı ve sorunlarla ancak belki de ayakları yere basarak susam sokağı tadında yetiştik. Gerçekten gülmenin değerini, yokluğu gördük, yaşadığı alanın huzurunun güveniyle yetiştik. Ancak bir nesil de var ki insan olmanın değerinin varoluşundan geldiğini bilmeden , sevgi görmedi o duyusu gelişmedi ki sevmeyi bilmeden yaşıyor. Ruhu hiç renklenmedi ki renkli olan ruhlara düşmanlık besliyor. Amacı, hedefi olmadı ki umudu için yaşayanlara terör estiriyor ve o kadar coştu ki içlerindeki huzursuzluğu bizlere, renk ve farklılıklarımızla bütün olmak isteyenlere engel olmak istiyor. Gelişim çağınd aizlemiş olduğumuz o gerilim filmlerindeki aramızdan çıkan o hiç beklenmedik ama tahmin edilen seri katillerden bile değil bunlar. Önce sarışın, gözlüklü ve saf kalpliysen diye öldürülmüyorsun, zihin yürütemez, kestirilemezsin ve ölmen için doğmuş olman onlar için yeterli.
Oysa onlar için hayallerimizi söndürmek, bölünmek, ayrışmak, sıkışmak ve dağılmak yeterli. Kaybolmuş, sevgisiz beden ve ruhları artık tek kabusumuz. Kanser olup ölmemek için bitki tarifi, koca karı ilaçlarından medet ummuyor, kalabalıktan, eğlenmekten, dikkat çekmekten korkuyor, silinmeye çalışıyor, ay yürüyüşü yapar gibi adımlar atıyoruz.
Belki ben evet gideceğim, içimden geldiği gibi yaşadığım, dolu dolu geçirdiğim , ürettiğim ve ailemle soluduğum hava yanıma kar kalacak. Geriye kalırsa bu yazı, anılarım, yaşanmışlıklarım kalacak ama tükenmeyeceğiz, onlar tükenecekler. Tıpkı özdemir asaf'ın mısralarındaki gibi;

                               hepimiz ikinci perdedeyiz.
                               İkinci perde bitmez.
                               Birinci perdede umutlar vardı.
                               Yetmez.
                               Üçüncü perdeye
                               kim_ kalır /kim kalmaz
                                belli olmaz....