31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 bütünleşmesi !

Bugün 2012'nin son görevi, son gün, son sahne ve geçmişe gömülmeyi bekleyen son anlar...
Genellikle bir hesaplaşma olur bu anlarda. Nasıl bir yıldı sizin için 2012...

Aslında sıklıkla geçmişimizi, bir önceki deneyimlerimizi, eskileri düşünerek geçer zamanımız. Belki de bu yüzdendir psikolojik kökenli kendimizle ve çevremizdekilerle, yerle ve mekanlarla olan çatışmalarımız, korkularımız, gelgitlerimiz. Bir önceki deneyimimizin olumsuzluğundadır yeni atacağımız adımlardaki dengesizliğimiz. Bir önceki aldatılışımızdandır yeniye olan tedirginliğimiz. Güvenimiz hemen kırılıyordur sebebi de belki  hep olumsuz anıları hatırlatan seçici geçirgen olan beynimiz. Her defasında aldığımız yeni kararları sabote eden aslında yine eski ben'imiz.

Her zaman ihtiyaçlarımızı hemen karşılamayı, hemen ulaşmayı, ulaşılabilir olmayı, sevilmeyi, en çok seven kendimiz olmayı, anında anlaşılmayı, duyduğumuz güzel şeylere hemen inanmayı, tercih edilen olmayı, maddi ve manevi açıdan hemen doyurulmayı bekliyoruz. Hayatı öğreniyoruz, tercih etmeden yaşamaya başladığımız bu hayatta tercihlerimizle yaşıyoruz.

Hiçbir zaman mükemmel olmadım, olamayacağım, iki yakamı bir araya getiremeyecek, dört dörtlük eş, evlat, tamamen anlayışlı bir anne olamayacağım, herkesin beklentilerini karşılayamayacağım gibi kendi beklentilerimin de yalnızca bir kısmını yapacağım. Bu yıl da hayal kırıklıkları yaşayabilirim, yine kayıplarım olacak ve kaybederek alışacağım.

O halde 2012 'yi düşünce süzgecimden geçiriyor, ' SENİ İYİ VE KÖTÜ ANILARINLA,HERŞEYİNLE KABUL EDİYORUM, ONAYLIYORUM' diyerek yeni yılın da varlığımı tüm yönleriyle geliştirmesini, farkındalığımı artırmasını diliyorum.





Çözülmemiş içsel çatışmalarım çözülsün, kapalı iletişimlerim açılsın, gönlüm hep rahat, zihnim ferah, algılarım açık, kalbimdekiler hep benimle sağlıklı ve sevgiyle olsun...

Ölü ozanlar derneği insanlarının birlikte söyledikleri gibi
                                           
Ormana gittim
Çünkü bilinçli yaşamak istiyorum.
Hayatı tatmak ve yaşamın özünü tatmak istiyorum.
Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak istiyorum.
Ve... Ölüm çaldığında kapımı
Fark etmemek için hiç yaşamamış olduğumu.
Ormana gittim yaşamak için
Şu anı özümsemek, bugünü yakalamak için...
Şimdi ve burada: CARPE DİEM.

29 Aralık 2012 Cumartesi

Aman açık kalmasın!

Alpay'ımdan sonra gece uykularım cok değerlendi ve kısa zaman aralıklarında gördüğüm rüyalarımın icerikleri de bir o kadar zenginleşti . Bu sabaha karşı görmüş olduğum rüyamsa beni epey endiselendirdi. Beni benden gercekten aldı ve anlatınca siz de göreceksiniz ki Cook uzak diyarlara götürdü!!
Rüyamda kocaman bir evin icindeyim. aslında evde değilim sanki Versay sarayındayım. Yardımcım dior "un new look koleksiyonu defilesi after party icin hazırlanmam gerektiğini ancak programımda modern sanata düşkün olmamdan dolayı birkaç galeriye gideceğimi söylüyor. Channel kıyafetimi giyip monolo blahnik stilettolarım dururken kırmızı tabanlı louboutinlerimi giyiyor, bir de mink kürkten şalımı takıp evimden çıkıyorum. Uzun ince bardakta beyaz şarabım ikram edilince şardone içmiyorum aslına bakarsınız ben alkol almıyorum şeftali ice tea seviyorum diyorum! Sonra da evimin sigortalarının attığını öğreniyorum ve rüya da burada sona eriyor!! 

Rüyanın etkisiyle olacakki bu sabah cemosun yılbaşı icin sana ve Alpay'a ne hediye alayım sorusuna tam tur  alabilirsin diyorum. O da tantuni yaptırsam olmaz mı diyor. 
Cok fazla rüya görmemek lazım diyorum açık kalmasın hiç diyorum ve keyifli haftasonları diliyorum!!!


27 Aralık 2012 Perşembe

Saklıyorum!

Saklıyorum! Dokunduğum, tattığım ağladığım, güldüğüm hissettiğim sevdiğim herkesi herseyi saklıyorum.
Eski otobüs biletlerimi, derste bir arkadaşımın yazmış olduğu minik notları, anneannemin el yazısıyla adımı yazdığı kağıtları,  

dostlarla gittiğim film biletlerini, onlarla yediğimiz çikolataların paketlerini vb.

Saklıyorum! Minik parmaklarla kimi zaman dostluğa devam edebilmek kimi zaman hiç ayrılmamış olabilmek bazen yanyana da olsak hep o sekilde devam edebilmek icin yazılmış mektuplarımı!

Saklıyorum! Meltemim kedi sever ona kedili zarf seceyim; Çağlam hep sadedir zarfı temiz olsun, Nurayım komiktir zarfları renkli ! Zeynebim sık yazar geciktirmeyim muhabbeti. Kurkurum Elifim sıra arkadasım ama hep mektuplaşırıdık ayın ikinci günleri. Komşu olsak da her aksam bahceye bırakırdık baharla mektupları, üniversiteye de geldik Niloştu en tutarlı mektup arkadaşı. Michelle'im sadık dostum Srilanka'dan, ikinci mektuplar ulaşmadı hiç hong kong ile amerikadan...büyüdük asık olduk ama bitmedi Cemoşla mektup maceram! Elim yorulurdu ama yorulmazdım anlatmaktan, paylaşmaktan.


Saklıyorum! İlk gelen iki mektubu ise hiç unutamıyorum! Birisi ilkokul 1. sınıftan izini kaybettiğim aysegülün güzel el yazılı olanı, diğeri de izini kaybettirmeyi seven kuzenim Emre'nin belki de hayatında yazdığı içeriği en zengin ilk ve son mektup olanı:
Merhaba Aslı, nasılsın? İnşallah iyisindir. İnşallah halam ve eniştem de iyidir. Benim 3 civcivim vardı birisi hastalandı birisini balkondan karga kaptı. Sonuncusunu da sütçüye verdik.  Senin gözlerinden halamla eniştemin ellerinden öperim!!!                                                 
                                                        Ben de hepinizi sevgiyle öperim!




                                                      





                                                                               

25 Aralık 2012 Salı

Eski kafa babalar gevşeklere bin basar

Son zamanlarda sizler de gözlemlemiş olabilirsiniz ki babalık modelleri oldukça değişti. Eski kafa babalar tıpkı internet çağıyla kaybolmuş vitrin ansiklopedilerimiz gibi tarihe gömülmekteler. Artık devir değişti ve baba figürleri de değişimden nasibini aldı.
Aaaa bizim zamanımızda babalar nerede bu kadar çok çocuğuyla ilgilensin? Şanslısınız biz tek başımıza büyüttük bebeklerimizi...gibi sözleri sıklıkla işitir olduk biz taze anneler.
Kendimden, kendi çevremden gözlemlediğim kadarıyla eski kafa babalar olarak adlandırdığım babalarla çocukları arasında buram buram hissedilen ancak adı bir türlü konulamayan sevgi bağları vardı. Eski kafa babalar çocuklarını bağrına tam olarak basamamış, çocuklarının çoğu zaman ilk gülüş, ilk adımları, ilk sözleri vb ilklerini 'ilk' yaşayamamış babalar. Sevgide sonsuz ama göstermede sınırlı erişim babalar. Özellikle zaman bu babalarda daha olumluya doğru ilerliyor ve evlat henüz küçükken gösterilmemiş sevgi ve alaka belki de yıllara yenik düşüyor ve evladın da evladı olacak kıvama geldiğinde sevgiyi ifade etmek daha kolay oluyor. Tabii zamanın bu kadar değerli olduğunu bilip bu süreci uzatmak da oldukça anlamsızlaşıyor.
Yeni babalar eşine gebelik sürecinde bakım ve destek veriyor, doktor ziyaretleri, bebek bakımı hazırlığı süreçlerine dahil oluyor, doğumu eşiyle bekleyen baba, cesareti varsa doğuma da giriyor, annenin elinden sımsıkı tutuyor, bu babalar eğer ayarında kalıyorsa oldukça sağlıklı bir baba-çocuk ilişkisi kuruluyor ve babanın da özbakımında katkıda bulunmuş olduğunu hissederek büyüyen bebek ilerleyen zamanlarda en temel güven duygusunu kazanmış olarak nasipse kendisine yeten ve üreten bir yetişkin oluyor. Ancak burada ince çizgiler, hassas noktalar da söz konusu.
Bebek bakımında sınırını bilmeyen babaların zamanla anneleşmeye başladığına inanıyorum. Çocuğunu elinden düşürmeyen, anneye pek iş bırakmamaya çalışan, çocuğuna sınır koymayan belki de kendi babası ile sağlıklı ilişkiler kuramadığına inanıp kendisinin çocuğuyla sağlıklı ilişki kurmanın yolunun sadece evetlerden geçeceğine inanan gevşek babaların sayısı oldukça arttı.
Gebelik dönemimde okumuş olduğum Freud'a ne yaptık da çocuklarımız böyle oldu isimli kitap bu cinsten babaların tehlikeli sularda gezindiğini, her nekadar sağlıklı bir çocuk yetiştimek için çocuğun bakım ve ihtiyaçlarını annelere yardımcı olarak babaların da bu işleve katılması gerektiğinden bahseden kitapta yazar; 'çocuklarına bir ikinci anne olma fantezisine kapılıp anneyle özdeşleşmesinler. Çocuklara tek anne yeter de artar! Babalar yasaklayıcı olmaya çekiniyor, çünkü çocuklarının kayıtsız şartsız sevgisine sahip olan anneye göre daha az sevilmekten korkuyorlar' diyerek çocukların sınır koyan, hayır'ları olan, onlara disiplinli davranan babaların daha sağlıklı bir kimliğe sahip bireyler yetiştireceğini belirtiyor.
Bu bakımdan okuduklarım içime çok sindi. Çocuk annesiyle babasıyla da bir anlamda çatışmalıdır, onlardan tepki görmek isteyecektir, bu şekilde kendisinin varolduğunu hissedecektir.
Sınır demişken; ortaokuldayım sanırım, odamda ders çalışyorum. Annem yan odadan duvarıma vuruyor:      TIK tık tık.
                                  -Anne ne var?
                                  -Mahallenin muhtarları başladı.
Babam da seslenir 'gel artık televizyon izle çalıştığın yeter'
                                    - Yaa anne herkesin ailesi ders çalış der siz ne diyorsunuz!!!
Hani benim sınırlarım anne diyor, ne olursa olsun nasıl yetiştirmeye çalışırsak çalışalım karakter özelliklerinin, genlerimizin diziliş biçimlerinin tıpkı suyun yolunu bulduğu gibi kişiliği biçimlendirdiğine değinerek
                                   ' görüşmek üzere beni özleyin anacığım byeee' diyorum...


23 Aralık 2012 Pazar

Sevgili pazar


En güzel pazarlardan bugün! Güzel bir kahvaltıyla  güne başlamak, odaları düzenlemek, yemekler hazır, ütüler tamam, Alpay'ım şükür ki sağlıklı ve uykuda, cemoş kurs vermekte, annem aramış aksam geliyormuş, televizyonda da ah Türkan yok mu ah o Türkan filmi izlenmekte hava kapalı perdelerim de kapalı. 
Bugün uzun zamandır melek kartlarıma danışmadığımı farkettim. Alpay'ın karıştırmış olduğu kartlardan hem sizler hem de kendim icin kart sectim! 
İnançlarımızın, düşüncelerimizin yaşam biçimimizi nasıl etkilediğini bilmemiz kaygılarımızın ne kadar anlamsız olduğunu gösterir! Sağlıklı ve başarılı bir yasam icin stresin anlamlı bir katkısının olduğunu bilmek beni hep rahatlatmıştır. Ancak bendeki kaygı denizde kumdur!
 
Sizlerle yakında gebelik anılarımı, Alpay'ı beklerken yaşadıklarımı paylaşacağım. Benim icin gergin zor bir süreçti ama Alpayımın kokusu herseyi bir kerede sildi!  
Yazarken bir melek kartı da ' herşeyin anahtarı SEvgi dedi! '



18 Aralık 2012 Salı

Patmelerde mukabelem var!

Bir süredir erişilebilirliğimiz, ulaşılabilirliğimiz, insanları elimizle koymuş gibi bulabilirliğimiz; telefonlarımızın özellikleri aslında maddi kaynaklarımızın ölçüsü ile birlikte artış gösterdi.
Sıklıkla facebook, instagram kullanıcısı biri olarak  fotograf paylaşımı amacıyla bu sosyal araçları, siteleri kullanıyorum. Kendimi bildim bileli fotograf çektirmeyi sevdim ve bu anlamda  kesinlikle anneme çekmiş olduğumu düşünüyorum. Arkadaşlarıma annemin güzel gençlik resimlerini göstermekten gurur duyardım, annemle babamın benim küçüklük resimlerimi çekip biriktirmiş olması da kendimi her zaman değerli hissettirirdi ve mutlaka cüzdanımda kendi bebeklik resimlerimi taşırdım. Telefonların birer fotograf makinası kıvamında olması en sevdiğim teknoloji araçlarının onlar olmasını sağladı. Telefonla konuşma yeteneğimin olmamasının da bu anlamda hiç bir önemi kalmadı.
Artık evimize gelen insanlara resim albümlerimizi gösterir gibi buralarda paylaşarak bu olayı insanların parmak uçlarına bırakmış olduk. Kendi adıma fotograf çekilmeyi seven birisi olduğu için çekip arz ediyorum halka. Kendimi, oğlumu, sevdiklerimi çekip koymanın dışında yedip içtiğimi koymaya bir türlü alışamadım bu aleme. Hani yiyen var yiyemeyen var resimleriymiş gibi geliyor bunlar bana...Bu albümümüzü sergilemeye benzemiyor ki arkadaşım?  hangi misafirimize bakın bugün buzdolabımızda hangi tatlı, fırınımızda hangi börek pişti deriz ki! Bir de nerede olduğumu bildirenlerden hiç değilim. Eğer bulunduğumuz restoranın, işletmenin reklamını yapıyorsak ne ala! Eğer bir büyüyüğümüz de  gün içinde nerede olduğunu bileyim dememişse bir gerek yok galiba  buna. Gerçi aramızda bekar olanlar için çok işlevsel olabilir bu bildirim. Hani ayrıldık ama bak burda kahvemi yudumluyorum ya da sinemaya girmek üzereyim gelirsen yetişirsin. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla tarzları bildirimler bunlar. Şimdiye kadar şu an hacıbaba halk pazarı, çarpa, palmiye aile bahçesindeyim bildirimleri de göremedim. Oralarda pek bulunmayız çünkü.
 Toplamda bir iki komşu yüzü gören bir ev hanımının da kullanamayacağı bir özellik sanki bu. Sağa sola tefeci tüfeciye borcun varsa da biraz tehlikeli nerede olduğunu herkese duyurmak.
 Ya bu koşullar önceden olsaydı rahmetli ananemin bildirimleri nasıl olurdu düşünemiyorum. Heralde dedemin görmesi için kapı girişindeki ayakkabılığın aynasına bıraktığı o güzel el yazısı notları yerine online olarak 'Hacı Nazife arkadaşımdayım. Patmelerde mukabelem var ( Patme burada Fatma olmaktadır), Halime Halayla Necibelerdeyim. ' gibi çekinler  yapardı.
Olsun şekerim, iyi kötü herkesin kendi eti butu derler. Ayılar bizleri çok severler biraz ağırdır hantaldır ama armutun iyisini ayılar yerler!

                                                                           Adam olacak Çocuk...




                                                                           

17 Aralık 2012 Pazartesi

Bir diş Bir alışveriş!

Her ne kadar kimileri için sonbahar ayları hüzün, bir dinginlik belki de tutkulu aşk ayları olsa da benim için bu aylar nasıl bir rastlantıdır ki zonklamalı, yerinden oynatmalı, başımı duvarlara gömmeli ' Diş ağrısı çekiyorum' aylarıdır.
Diş ağrım o kadar derinden sinsice başlar ki öncelikle bir kaç gün öncesinden içimde yakında diş ağrısı çekeceğim hissi uyanır. Bu hisle aynaya uzun süre bakamam ve zaten kısa olan diş fırçalama seansım yarıya düşer. Sanki üzerime haçlı seferleri kıvamında acı ordusu geliyordur ve benim tüm dişleri bir arada tutma taktiğim olan turan taktiğim işe yaramayacaktır. Bu nedenle yakın dost çevresi olsun sosyal medya olsun görüşmeye bir süre ara verilir. Çünkü sen diş ağrısı çekerken sanki bu evrende ufolar da dahil yalnızsındır. Herkes bir o kadar mutlu sen bir o kadar acıların çocuğusundur. Üstelik senin yüzünü şişmiş, moralini bozuk görenlerden bazıları 'aa ben dolgu nedir bilmem daha hiç diş acısı çekmedim' diyerek yarana tuz basar sinirini iyice tavana zıplatırlar. Hayatının fonunda Cem Karaca doğarken ağladı insan bu son olsun bu son şarkısını fısıldar. Herkesten medet umar hale gelirsiniz ve sürekli kendi kendinize ' yaa aslında ben ne kadar mutlu dertsiz tasasız bir insanmışım. Şu dişim bir ağrımasın bak neler yapacağım ' dersiniz.
Yüzünüz sanki hayvanat bahçesinde sürekli üçgen halinde yer değiştiren şebeklerin bir kafesi onların bir oyun alanıdır. Yüzünüzün her köşesi ağrımaktadır ve siz bir süre sonra dişlerinizi suçlamaktan vazgeçip bir dedektif edasıyla ağrınızdan sorumlu başka organlar ararsınız. Benim gibi hergün sanki bir ingiliz edasıyla beş çayı ve yanında çikolata arayanlardansanız yaşadığınız stres ve acı hiç bitmez.
Şu sıralar nasıl herkesin bir tane hauture couture (otkutür kütür kütür) elbise tasarımcısı olmalı'sına dayatılıyorsak bir de gerçekten 6 ay bakımına gidebileceği ve çekinmeyeceği bir otkutür diş hekimi olmalı. Neyseki ben sonunda güvenebileceğim bir hekim buldum ve tadilatlara başladım. Kısmetse seneye kat çıkacağım!

Eee bir diş değilki bu uğraşacağım; Bir diş bir alışveriş bir diş bir alışveriş yapacağım...




Böyle havalarda bu nedenlerle kaybediyorum onları
Aslında fotograflarda iyidir aramız
 
Sanırım Marley de zaman zaman bu acıdan muzdarip

 



                                                              

                                                                 


15 Aralık 2012 Cumartesi

Gülerek girmek Şart!!'


Eğer mayaların tahmini tutmazsa yaklaşık iki hafta sonra kısmetse yeni bir yıla giriyoruz! 

Yılbaşı programları beni aralık ayına ayak bastığımız günlerden itibaren strese sokar! Ee yılbasıdır mutlaka bir plan yapılmalıdır eğlenilmelidir. Sanki bu bir görevdir, o son saatler önemlidir nasıl girersek öyle gidilir. İtiraf ediyorum ki öğrencilik yıllarımda cebime hep bir iki ders notu koyup inekligimin gerektirdiği sekilde o anları çalışarak geçirdim. Evdeysek tüm odaların ışıkları açılır kapatılırdı. Noel dede belki gelir icimde kalmasın diye dilekler yazılır, pencereden atılırdı! Herkeste aynı kaygı yeni yıl telaşı! 

Hepimizde kabul edelim ki aralık ayına karsı bir sadakatsizlik bir riyakarlık var. Bir an önce o arkasındaki onbir ayı alıp gitsin gözümüz de görmesin der gibi davranırız bu aya! Tam giderken de göbek atar birbirimize sarılır ortalığı toplamadan umutlara sarılırız! Belki bir kurtuluş basamağıdır yeni yılımız. Bu yüzden  belki de aralıkla yoktur pek aramız!
Yine de yeni yıl ritüellerimizi yapmadan girmeyelim bu yıla! Alalım kırmızı donları arayalım dostları ! Ama tam on ikiyi vurunca saat, yenisine gülerek girmek şart !!!


Bu da benim yeni yıl ağacım

14 Aralık 2012 Cuma

Yaptım yine lise mantığı



Bizi üzerinden yıllar geçse de hala derinden etkileyen sözler ve onların yaşattığı  ezilmislikler vardır. Coguna hiçbir zaman bir anlam veremeyiz bir anda durduk yerde aklımıza gelir ve yüreğimizin bir kenarlarını sızım sızım sızlatır. kimbilir belki benlik saygımız o zaman düşmüştür de hala kalkamadigindan o işitilmis laf her başarısızlığımızda kulağımızda cinlamaktadir. 
'lise mantığı' ...evet yanlış okumadınız. Universite son sinifta ( ki bu zaman dilimi bile ne hissettigimi anlatir) üç kafadar odev hazirlamakta tutusmuslugumuzun zirvelerine emin adımlarla tırmanmaktayız. Tam o esnada elinde birseylerle gelen anne aramiza süzüldü ve yaptıklarımızı inceledi ve o iki kelimeyi soyleyerek bir anda bizi silkeledi! Elindekiler bizim annelerimizin odamiza ders çalışırken  getirdigi meyve cips türü seyler degildi makaleydi literaturdu ustelik ingilizceydi. O nasıl  bir anneydi!  O anneyse benim annem neydi! Biz nasil bir odev hazırlamıstık ki tamamen düzmeceydi? Babam böyle  pasta yapmayı nerden ögrenmisti gibi sorular o an üç kafadarin etrafindaki zihin suzgecini doldurmustu! Ama o elleri opulesi anne bizim ilk sıcacık  fırından cikmiscasina ingilizceye cevrilmis odevimizin yaraticisi olmustu! 
Bu iki kelimeyi işittiğim andan bu yana her olumsuz davranışımda içimdeki o titiz temiz becerikli eleştirel sesim bana bu iki kelimeyi fısıldar: yaptın yine lise mantığı!

Güne gidilir canıma com com!



Eğer gezmeyi tozmayı seven bir anneye sahipseniz aklınızın yetmediği çağlardan tutun da erinlik dönemlerinizde de annenizin kabul günlerinde bulursunuz kendinizi. Gün sakinleri sizi öyle bir tanır benimserler ki hakkınızda bir sicil kaydı tutabilecek kıvama gelirler! Hatırlamak istemediğiniz alıklık günlerinizden ergenlikte geçirdiğiniz kimlik çatışmasına kadar herseyinizi bilir hatta zaman zaman gecmise bir ayna tutarcasına o konulara değinirler! Yasınız ilerlese de benim gibi hamuru buralarda yogrulmuslardansanız hala kopamazsımız bu gün sihirinden! Kendi sosyal çevrenizin toplantıları asla bu tadı vermeyecektir!
Anne günü neden farklıdır? Onu digerlerinden daha cazip gidilesi kılan nedir?
1. Anne günü hala yaşadığınızı annenizle bir bütün oldugunuzu hissettirir bilinç altını doğrulayan korkuları ferahlatan bir şeydir belki bu! Benlik bütünlüğünüze hizmet verir.
2. Annenizin çevresindeki bireylerin yani gün teyzelerinin zamana yayılan gelişim süreçlerini gözlemlemek sizin de kendi gelişiminiz hakkında yordama yapma olanağı sunar!
3. Annenizin aKraba günü adeta kendinizin ana ocagidir Allah onları korumalı bir zeval vermemelidir!
4. Yaptıkları sohbetler uykunuz varsa ve uyuklayakalmıssanız adeta bir ninni kıvamındadır ve bebeğinizi de bu günlere getirmenizin ikincil kazancı da bu olsa gerektir!
5. Bir de benim gibi hamur işi kısır turşu ve çaycılardansanız siz de burdasınızdır.
6. Gün ritüellerini biliyorsanız cok eğlenirsiniz kapıdan içeri gelen misafir teyze siyah hiç eskimeyen terlik çantasından çıkardığı pabuçlarını bir hamlede yere bırakır ve o bir çift ayakkabı benim iki elle bile koyamayacağım sekilde aynı hizada yere düşer diğer ritüel de bireylerin tek tek birbirine sen nasılsın seklinde yapılandırılmış soru cevap tekniği ile sorduğu sorulardır!
7. Annenizin kahkahaları içinize huzur verir aman günler hiç bitmesin dersiniz!

 Hadi o zaman ' neşeli günler'...



KediMedi Farketmez

Hepimizin yasam icinde mutluluktan ağladığı sayısı bir kaçı geçmeyen anları vardır! İlk mutluluk gözyaşımı yaklaşık 10 yaşlarındayken, adeta bir satanist olabileceğini düşündüğüm annemin okul dönüşü beni evde yavru bir kediyle karşıladığında dökmüştüm. Babamla tüm cabalarımıza karsın evde kedi besleme fikri annemin hiç bir zaman hoşuna gitmedi! Bir kac girişim de eve gelen kedilerin  anneanne hatırası kahve fincanını kırması, babamın kediyi yıkama deneyimleri  gıbı nedenlerle olumsuz sonuçlanmıştı! Zamanı  gelip de baba ocağından ayrılıp kendi başımın çaresine bakmaya başladığım dönemlerde kedilerle sağlıklı ve güvenli bağlanmalar geliştirebildim! En ilginç olanı da kedilerle pek hasır nesir olmayan esimin eve yavru kedi getirmesi ve bunu da tam dostlarıma küçük bir canlı sevmek besleyip büyütmek istiyorum dediğim anda müjdelemesiydi!( o zamandan itibaren düşünce gücü, benzer frekanslar Quantum ilgi alanlarımı oluşturdu). Kediciği alıp eve getirmemiz sanki herşeyi değiştirdi. Fonda çalan Bob Marley de isim babamız oldu. Canım oğlum Alpayım dünyamıza gelene kadar kedimiz herşeyimiz oldu, yeri geldi O'na da anneannesi baktı, istemeden de olsa evini de açtı. Şimdi Marley doğduğu köyde iyi bir ailenin bahçesinde kalıyor. O'nun da yavrusu oldu, arada sırada ziyaretine gidebildim bazen rast geldim bazen de yetişemedim. Varlığını bilmek çok güzel Marley.
 Gelgelelim kedi sevmeyen pek çok hısım akrabam dostlarım var. Ben hayvan sevgisinin özellikle kedi sevgisinin anne ve babadan öğrenildiğine inanıyorum. Bebeklik döneminde hani olmaz ya bir kedi tarafından saldırıya uğramadıysanız ortamınızda bağrında yüreğinde kedi sevgisi pek olmayan insanlarla büyümüşsünüzdür. Kedileri görünce yolunuzu değiştirme ihtimaliniz onları tanımadıkça ve nankör oldukları safsatasına inandıkça artar. Kedilere sevgi, emek, barınak ve yiyecek verip onlardan karşılığında ne bekleyip de alamamış insan topluluklarımız varmış ki onlara nankör demiş.



 
 

Kedi köpek kuş böcek ayırmam. Hepsine gözüm gibi bakar kollarım. Onların da varlığını bilir, dünyanın onların da dünyası olduğunu, işgal kuvvetleri gibi onların yaşamını bizim zorlaştırdığımızı bilirim. Portakal kokulu oğlumun da benim gibi hayvanları böğrüne basarak sevmesini isterim. Başka türlü bir şeyler bunlar yoksa hep bir yanı farkında olmadan eksik yaşar.

13 Aralık 2012 Perşembe

Kırışmadan Nağmeler...

Evimde bir güzel oturmuşum. Alpayımı uyutmuşum, çayım demlenmiş önümde. Televizyon izlemenin en tatlı dorugundayim. Kendimi bir anda aynanın önünde buldum. En cok hangi tarafımla yemekleri çiğniyorum ona göre kırısıyormuşum, hesapliyorum yetmedi hangi tarafa kafamı yaslayıp uyuyorum. Acaba mimik cok yapıyormuyum boynum eğik geziyor yediğim meyvelerin posasını suratıma sürüyor muyum. Allahtan sigara icmiyor yesil ay takılıyorum makyajımı temizlemeden yatmıyorum! Zaman geçtikçe estetiği gerekli buluyor dolgu olsun yaptırırım diyorum. Ama en korkunç olanı üzerimdeki kıyafetlerin fiyatını  bilmiyorum evde bir giydiğimi de bir hafta üstümden çıkarmıyorum..
Yanlış olmasın evde de istede bakımlıyız becerikliyiz! Bir giydiğimizi bir daha giymeyiz zamanla yarışır hiç kırışmayız! Bu kaz ayaklarımız mı onlar da yaşanmışlıklarımız!  
Neyse bu gelen Alpay'ın sesi ben gideyim!!

Uyu Ey Alpay !

Portakal kokulum canım oğlum şimdi 8, 5 aylık bir velet. Doğumundan 4 ay oluncaya kadar gayet sakin, annesini uykusuz bırakmayacak kadar hassas bir şekilde gece yalnızca bir kere yüzümü görmek halihazırda da emmek için uyanırken, ne olduysa gezegen hareketlerinden mi yoksa beynindeki nöronların azizliğinden mi bilinmez gece sıklıkla uyanmaya başladı. Ben de o ana kadar attığım tüm havaların altında kaldım artık bir sorun vardı : Alpay neden sıklıkla uyanıyordu???

Dördüncü ayında kendi odasına taşıdığımız Alpayın odasını sevdiğinden eminim, zaten huzurlu bir bebek, feng shui falan da karıştırdım ama sonra yok çok saçma dedim, lavanta kokusu papatya dokusu anne öpücüğü baba omzu sallanmayan beşik uyku öncesi hazırlık ritüelleri Alpay'ın hiç tanımadığı Tracy HOGG teyzesi televizyondan da kadın programlarının vazgeçilmezi Sabiha Paktuna Hocası..

Şimdi son durum: Alpay yine sıklıkla uyanıyor ama anne ve babasının kucağında hemen sakinleşiyor. Bazen ağlayarak uyanıyor ve emme ihtiyacı varken babasını görünce avaz avaz bağırabiliyor.. Olsun diyorum ben de bebeğin ağlatılarak kendi kendine uyumasına razı olamıyorum, her defasında iyi ki emzirebiliyorum diye başlıyorum emzirmeye..Doktorumuz da bebeklere eğitim verilemeyeceğini uyku eğitimi diye bir şeyin olmayacağını söyledi. Artık ben de bu konuda endişelenmiyorum . Aslında uyku sorunu bende de olan bir şey. Yastıkta uyku öncesi 20 dakika kim bekler ki...Demek bu konuda Alpay efendi babasına çekmemiş. Babasının yastıkla olan ilişkisi ışık hızını aratmaz...

Varsın gecelerimiz hep senle ahenkli olsun Alpayım..yine de bu akşam bir papatya suyu içmeden ben seni uyutmayayım, alt bezini kontrol edip bir de sımsıkı sarılaym..Ah sen biraz büyü ben sana ne masallar uydurayım..



                                              

Baba omzu her daim hazır



Anneyim Elim Yanmaz Çalışıyorum Paslanmam

2006 yılından bu yana iş hayatı amacıyla tam olarak baba ocağından ayrı bulunmaktayım. Belki üniversitede kalır da havalı bir akademisyen olur yaşamım boyunca da hocalarımdan  ücretsiz terapi alır yaşar giderim diye yüksek lisans yaptım. Baktım makaleler okumakla literatür de taranmakla bitmez başka alanlara yöneldim. Gelirine göre beklenti yapıp bir yıl özelde çalışıp ordan da ilk fırsatta cuuuuuuuump devlete kapak attım..
İlk iş yerim sanki ilk ocağım ilk göz ağrım. İş kavramını orda tanıdım anladım. Masa başı işim oldu sandalyemden hiç kalkmadım köşe minderi sıfatı aldım. Üniversiteden yavuklum Cemoşumla evlendim ilk komşu gezmelerini, ev ziyaretlerini hatta ilk kabul günlerimi o zamanlar yaptım. Çok güldüm sık ağladım bir sürü dert yaptım kendime büyüdüm tayin istedim doğduğum topraklara bu sefer kolumda eşimle geldim. Buralar önceden hep dutluktu dedim O'na buraları gösterdim galiba biraz da sevdirdim. Alpayın yaşamımıza cumburlop şekilde gelmesi ama sanki hiç gelmeyecekmiş gibi zorlu ve hastane odalarında yatarak ve doğum izinlerimi harcayarak beni anneliğe seçmesi de en güzeli...
Ne anlatıyordum ben.. şimdi diyorum ki her saniye bebeğimle olmak isterken O evde beni özler ama anneannesiyle oynarken ben işte çalışmayı severken üretmek güzelken ama içim yanarken geçim derdi herkesin varken... anneyim ama elim yanmazken çalışıyorum kazanıyorum, elmamı kızartıyorum..Alpayım bunları büyüyünce bana haber vermeden oku!                               

                                                                                                             Seni seviyorum..

DeğişmeSem

 


28 yaşındayım galiba öyleyim( yaşını bir türlü hesaplayamayanlardanım). Hala aklım beş karış havada, hayaller dünyasında ve sürekli kendi iç sesimle konuşuyorum. E gittikçe büyüyorum büyüdükçe fiziksel değişimlerin farkındayım ama hayallerimi cebimden çıkaramadım. Oysa insanın yaş aldıkça, aynada farklılaştıkça tabii farkındalığı da arttıkça beklentileri de değiştikçe evlenip barklaşınca nedendir bu düşünce ve hayallerin kalıplara sığmaması...

Zamanın akışına karşın hala değişime karşı bir ruhum var..Değişim korkusu yaşıyorum. Belki de tamamen değişim korkusu değil de geçmişe olan bağlılığım biraz kırılsın istiyorumdur. Anılarımdaki mekanlar kalsın o zamanlar soluduğum havanın zerrelerini koklayım istediğim zaman ortaokuldaki okul çıkışlarında beklediğim durakta olayım istediğim zaman da üniversite dönüşü Sıhhiye'den Maltepe'ye yürüyeyim şimdi ağzıma sokmayacağım o çiğköftelerden alıp yurt yemeğine yetişeyim. Eskişehir'e döndüğümde annem teyzem yengem istasyon çaybahçesinden alsın beni valizim ağırsa da babam gelsin dolmuşa yürüyelim. Anneannem dedem hiç ölmemiş olsun ve onlara gitmeden hiç bir tatil başlamasın. Hatta Michael Jackson da hiç ölmesin İbomuza Ajda'ya divalarımıza da Allah zeval vermesin. Onlar hep bir köşe de dursun ..İşte nasıl desem varlıklarını bileyim beni bugüne getiren her değerin anının her anın her insanın..ee şimdi de anne oldum gelecekle en güçlü bağlantım Alpayım.. çocukların bizim geleceğimiz olduğu sözü de şimdi çok anlamlı..Olsun hala aynı kalayım ben Alpayım büyüsün ama ben değişmeyim ( galiba ağır ağır yaşlanma korkusu da geliyor) ..

Amaan napalım yaşayıp gidiyoruz bir şekilde kalbimin bu pır pır atması kaygılı yapımdan bir ara bu psikolojik kuramlara pek takıldığımdan ve yaşam evrelerini geçirdiğim şu günlerde Erikson amcamızın söylediği ilk evrelere takılıp kalmamdan ve yeni görevlerin zorluğundan kaynaklanıyor sanırım...
Ne der Aslı
                   hadi herşeyin hayırlısı!...

12 Aralık 2012 Çarşamba

Merhaba!
Dışardan normal, duygu durumu anormal oldukça geyik biraz da melankolik; özde evlilik ilişkisi uzmanı, yeni bir anne ve işyerinde de güya bilirkişiyle tanışıyorsunuz!

Uzun süredir incik boncuk moda tasarımlı ve sonra da anneli bebekli pek çok blogu takip ederken delibaş koyunum Özlemimin fikri aklımı çeldi..Artık sık sık buradan buraları paylaşalım...


Sizi canım oğlum minnoşum portakal kokulu oğlum Alpayımla tanıştırayım!

 Portakal kokulum!!







2 Nisan 2012 tarihinde dünyamızı aydınlattı. Adını da benim yıllardır istediğim bekarlık soyadımdan aldı..İyiki de varsın şimşir oğlum!