Yılın bu zamanları
tüm dünya insanlarını saran bu gerginliğin, sıkışmışlık
hissinin nedeni; varoluşumuzun, yaşamımızın anlamına ilişkin
kaygımızı zirveye çıkaran virüsün dünyamızı işgalinden
kaynaklanıyor.
Yaşamımızı
kontrol etme güdümüz temel güdülerimizdendir ve bu kontrol
edebildiğimizi hissetmenin sayesinde de şimdiye kadar belirsizliğe
meydan okuduğumuzu düşünürdük.
Dünyanın adaletli
olduğuna ilişkin ilahi adalet ahlakımız, iyi dünya inancımız
vardı ve bu düşünce de bizim başımıza olumsuz, kötü durum ve
olayların gelmeyeceğini, bu olayların hep etrafımızdakilerin
başına geleceğini, bunu da onların hak etmiş olabileceğini
düşündüren bir koruyucu düşünce mekanizmamızdı. Bu
düşüncenin benliğimizi koruyucu işlevi vardı, benliği savunucu
bir yanımızdı. Ancak bu virüsün herkesi etkilemesi, bu testten
geçenlerin ünlü ünsüz, torpilli, torpilsiz her kesimi
etkilemesi, yakınımızda ve baş ucumuzda gezmesi kimi zaman bizi
yoklamış gitmiş olacağını düşündürtmesi bizleri kaygılı,
korkak ve savunmasız hale getirdi.
Sosyal izolasyon,
kişiler arası mesafe konulması belki bireyselci topluluklara bize
zor geldiği kadar zor gelmedi ama bize kısa zamanda dokunmadan
selamlamayı, sarılmadan sevmeyi, el ense vurmadan şakalaşmayı
öğretti.
Kendimize iyi
bakmanın, bu kaygıyla baş etmenin kendimize özgü çözümlerini
kısa zamanda bulmaya başladık. Duygusal bütünlüğümüzü
korumanın, kendimize zaman ayırmanın bir çok formülü olduğunu
keşfettik. Bizi güvende hissettiren, güldürüp eğlendiren
kimselerle aramızdaki mesafenin ne kadar yıpratıcı olabileceğini
ancak bu mesafenin fiziksel olsa da manevi olmadığını, uzun
zamandır evde dans etmenin bu kadar zevkli olmadığını gördük.
Şimdi, şu anda bize önemli gelen , anlamlı gelen eylemlere, hep
ertelediğimiz işlere zamanımızı ayırmaya başladık. Belki
tarzımız olmaya bir kitabı okumaya, hayatta yemem dediğimiz bir
sebzenin tadına bakmaya ya da keşke onunla daha çok zaman
geçirseymişim diye bir arkadaşımız için hayıflanmaya bile
başladık.
Tam olarak ne
olacağını bilmediğimizden ya da bize neyin yarar sağlayacağını,
iyi geleceğini bilmediğimizden hiçbir şeyden emin değiliz, fark
ettik. Evet emin olmak zorunda da değiliz.
Bilinmezliğin
sarhoşu bile olabiliriz. Herşeyden emin olmamaya da hakkımız var,
bu çok normal. Hepimizin bugün bize iyi gelenin yarın iyi
gelmemesinin, gereksiz ve saçma gelmesinin de normal olduğunu
düşünmesi gerekir.
Sosyal medyada
yazılanlar sizi endişelendiriyorsa kendinizi yazılanlara
kaptırmayabilirsiniz. Yazışma gruplarında yazılanlar ve adeta
eskiden gazete dağıtan çığırtkan çocukların ‘yazıyor
yazıyor’ şeklinde gelen sesleri gibi hissettiren ancak onlar
kadar size huzur vermeyen haberleri dinlemeyebilirsiniz.
Belli bir yerde
olmak zorunda değiliz, bir şeyler yapmadan da durabiliriz.
Belki nedensizce
gülebilir ya da sebepsizce ağlayabilirsiniz.
Kendinize kendiniz
olmanız için izin verin.
Kendinizle ve
kendinize ait hissettiklerinizle kalmaya izin verin.
Evren de bunu
istiyor çünkü ve elbette varoluşumuz da...