En
çok ne zaman canımız yanar, acı duyarız? Birisi öfkeyle bize el
kaldırdığında mı? Birisi bize kötü, aşağılayıcı ve kırıcı
kelimeler sarf ettiğinde mi? Peki ya bir canlının eziyete
uğradığını görünce ne hissederiz?
Uzun
zamandır o vitrinde gördüğümüz canlı renklerdeki elbiseyi alıp
kasada ödemesini tam yapacakken elimize uzanan bir el ‘hayır
masraf edemezsin , artık paranı ben yöneteceğim’ dediğinde ne
hissederiz peki? Şiddete uğramış, engellenmiş... Biraz kilo
aldığınızda sevgiliniz ‘ iyice şiştin, çirkinleştin’
dediğinde hisseder misiniz incindiğinizi, bu bir şiddet midir?
Şiddetin
tanımını hepimiz biliyoruz değil mi? Kimi tanımlarda vurgulanan
canımızın yanması, kimi tanımlarda da vurgulanan ruhumuzun
incinmesi. Kimi izler ölçülebilir olanlar ancak en ağırı da
psikolojik şiddet dediğimiz ne ölçebildiğimiz ne
gösterebildiğimiz ne de ifade edebildiğimiz mağduriyetimiz. Bazen
de şiddete uğramış birilerini görmek, sevdiklerimizin şiddete
uğradığına tanık olmaktır mağduriyetimiz. Hiçbir şey
yapamamanın verdiği acizlik duygusu örselenmemize yol açmaktadır.
25
Kasım tarihi, Kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak
belirlenmiştir.
Kadına
yönelik şiddet, cinsiyete
dayalı bir ayrımcılık ve kadının insan haklarının ihlali
olarak anlaşılmaktadır.
Kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet,
doğrudan
kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya orantısız
bir şekilde kadınları etkileyen şiddet anlamına gelmektedir.
Korku
hissi,
şiddete maruz kalan kadınların en belirgin duygusudur. Belki de
hissettiği bu
korku
nedeniyle yardım dilemek istemez kimseden, ailesinden ve
çevresinden. Sürekli ‘pasaklı, miskin, işe yaramaz,
beceriksiz, kötü anne’ gibi hakaretler
işiten bir kadının ise kendilik değeri dediğimiz, benlik
saygısında düşme, yaşamına ilişkin güven ve kontrol duygusunu
kaybetme yaşamaktadır. Kimi zaman bu şiddete sebep arayan kadın
sanki bir suçlu olması gerekiyormuş gibi kendisinde kabahat
bulmaya çalışır ve kendisinde hata bile bulabilir.
Şiddete
maruz kalmanın sebebi olmayacağını, şiddetin bir çözüm
olmayacağını, cinsiyete dayalı ayrımcılıktan uzaklaşmak
gerektiğini, kadın ile erkek arasında yalnızca fizyolojik bir
farklılık olduğunu bu nedenle de kadın ve erkeğe farklı şekilde
davranmanın, onlara toplumsal cinsiyet dediğimiz farklı roller
yüklemememiz gerektiğini bilmeliyiz. Kadınlarımızı güçsüz,
narin, korunmaya muhtaç görürsek önce pembe renklere bular sonra
da ev işlerini dişi kuşa yükleriz. Ev işini ve sorumluluğunu
yapmadığında ya da eksik yaptığında da
bu nedenle suçlanmasını olağan karşılarız. Güçsüz olduğunu
pekiştirmek için az düşünür hatta sağlıklı düşünemez,
büyük işler yapamaz kadın
çalışmasın
deriz, iş yerinde yüksek pozisyonlar da
vermeyiz. Büyük laflar ederse sırtından sopasını eksik
etmeyelim deriz; dövmek için sebepleri taa
atadan temellendiririz.
İşte
bunlar ve bunun gibileri küçük
yaşta cinsiyet ayrımcılığını temellendiren, kadına kadın
olduğu için şiddet uygulanmasını kolaylaştıran ve aslında bu
şiddete sebep olan tutumlardır.
Şiddetin
benliklerde yol açacağı travmatik durumlar da
bir başka yazımızın konusu olsun, değerli şairimiz Nazım
HİKMET’in bu anlamlı
şiiri de vedamız olsun!
KADIN
Kimi
der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.