15 Haziran 2017 Perşembe

Biriciksin


Sınırlarımız üzerine hiç düşündük mü? Sınırlar yaşam içinde aidiyetimiz, değerlerimiz görev ve sorumluluklarımızı belirginleştirip anlamlı kılan bir o kadar da işlevselleştiren unsurlardır. Sınırlarım, beni koruyan, yaşamımı idame ederken yönümü belirleyip çok hızlandığımda beni yavaşlatıp belki durdurandır.
Sınırsız olan hayal gücü, hiç bir zaman yitirilmemesi gereken umut limiti, kahkaha desibeli, sevginin her çeşiti olmalıdır. Ancak, senin için ve kendim için yapabileceklerinin elbet bir sınırı vardır. 
Çocuk yetiştirmede minik yavrumuzu bir yol haritası çizmesine yardımcı olurken onu sınırlarla tanıştırırız. Ona elde edebilecekleri için çaba gösterirken bir sınırının olduğunu öğretirir ve biliriz ki bir çocuğun gerçekte ihtiyacı olduğu şey sınırların varlığının olduğunu bilmesi, sınırların belirli olduğu bir alanda, düzen, tutarlılıkla büyümesidir.
Birer yetişkin olarak çoğu zaman kaygılı, bir o kadar bencil düşünce yapısına sahip davranabilen  bireylerin. Ancak çocuklarımızda bunların aksinin olmasını bekleriz. İçe dönük, yüzü sirke satan danışan bir baba, kızının mutsuz görünümünden tedirgin olup da onu terapistlerle küçük yaşta tanıştırıp hiç bir şeyin küçük kızını memnun edemediğinden yakınabiliyor. Her daim güleryüzlü, istediğini kolay elde edebilecek, herhangi bir saldırgan yaşıtıyla  karşılaştığında kendisini savunup mümkünse zarar vermeden ortam krizini yönetebilecek, kendi öz bakımını yerine getirebilecek ve hayal kurup bir de o hayali gerçeğe yakın kılıp ortaya ürün koyabilecek çocuklarımız olsun istiyoruz. Mutlu olsun böylece dolaylı olarak beni mutlu etsin  ama yeter ki mutlu olsun istiyoruz.
İçimizde dolmak bilmeyen bir boşluk hissi varsa, size yetmeyen bir şeyler, hala varlığı ve neşesiyle size ilaç gibi gelmeyen dostlar edindiğinizi düşünüyorsanız. Uzun zamandır almak istediğiniz arabaya artık biniyor olsanız bile hala ulaşımda rahatınız konforunuz yerinde değilse, country tarzı döşediğiniz, minimalist bir yaşam belirlediğiniz evinizde hala 'huzur benim neyime?' diye dolaşıyorsanız burada başka bir şekilde, dışarıdan ve destekle elde edemeyeceğiniz, size sonradan verilmesi, kazandırılması mümkün olmayan bir şeyin eksik olduğu düşünülebilir. Özdeğer !
Bizler, annemizin rahmine düştüğümüz andan itibaren varoluşumuzdan mütevellit değerli canlılarız. çocuklarımıza da pek çok şeyden önce kendisine değer vermesini, benliğine olan özsaygının, benlik değerinin başkalarının görüş, düşünce, ilgi ve sevgisiyle artıp azalmayan bir yapı olduğunu öğretmemiz gerekmektedir. Çocuğumuz özdeğerin dışarıdan edinilen, çok sevilip sayılmayla kazanılan bir değer olduğunu düşünerek büyüdüğünde, kendisi için sağlıklı kararları almada sürekli bir bocalama içinde olabilir, tercih yaparken kendi seçim ve önceliklerini değerlendirmeden daha çok başkasına göre kararlar alabilir ve bundan da öte yukarıda bahsettiği sınırlar konusunda da belirsizlik içine düşebilir. Başkalarını memnun etmek adına kendi sınırlarını sürekli değiştiren, özdeğerine olan olumsuz atıfları nedeniyle etrafındakilerin kendisine daha çok değer vereceğini düşünerek başkalarının hayatlarında sürekli bir süs biblosu gibi en güzel yere koyulmayı bekleyen, bunu talep eden ve onların sınırında yaşamını sürdüren bireyler olabilirler.
O halde çocuğumuz daha güleç olsun, her an'dan haz almasını bilsin istiyorsak, bir aynaymışcasına daha çok açalım ağzımızı gülümserken, insan ilişkilerinde başarılı, sosyal,  kendine yetebilen birisi olsun istiyorsak; bugün daha çözümcül yaklaşalım iş yerindeki çözemediğimiz çatışmalara ve bilelim ki yalnızca değerli olan senin çocuğun değil ki tüm dünya çocukları değerli, biricik.
Sen de biriciksin, emin olabilirsin...

6 Haziran 2017 Salı

Ağ olmak

Birbirine dolaşmış ipleri olan balıkçı ağını çözmeye çalışan bir balıkçı hayal edelim. Ağın kokusunu, ona yapışmış yosunların elde bıraktığı o yapışkan hissi. Ağa zamanında takılmış, balıkçının umudu olmuş balıkların çırpınışları ve sessiz çığlıklarını. Balıkçı ağı bir kenara bırakır ve ağ olmak o an zordur ve o öylece bir kenara bırakmaz kendini. Ağ olmak nasıldır azizim! 
Yaşlı bir elin ördüğü bir ağdır bu. Ne emekle ne sabırla ne akıl almazlıkla örmüştür onu. Zokayı takar haydi bir umut. O büyük balık onun olsun da zokanın kurşunu adres sormasın. O pullu renkli ama etli olan çok beğenilen ama az bulunan o tür onu bulsun ister. Bir kaç kere yaşanmıştır böyle güzel anlar belleğindedir yaşlı balıkçının. Oğlunu askerlik yapması için gönderdiği, asker eğlencesi düzenledikleri o akşamın ertesi gelmiştir ağına o en güzel tariflerdeki balıklardan biri ama üzülmüştür pek çok. ' tüh keşke daha önce gelseydin de yiyip de gitseydi canım oğlum ' diye. Bir defasında da kendi evini alıp taşındıklarında nakliye aracının sahibinin özverisini görünce onu çok sevmiş ve mevsimi de zamanı da olmasa bile nakliyecinin kısmetine atmıştı ağını ve gelmişti yine büyük bir balık tabii ki  nakliyecinin hiç haberi olmadı bu durumdan. O yaşlı da düşündü, haberim olmadan hangi niyetlerin kısmeti oldum acaba diye tekrarladı kendi kendine. 
Tıpkı balık ağlarının diline tercüman olmuştu kendisi
. Kimi zaman zevkine düşkün, ağzının tadını bilen kendi asil ruhu bedbaht bir soylunun midesi kimi zaman aç bir sokak kedisinin dolup taşan küçücük midesi sebeplenir bu ağdan, ağın iplerinden. 
Belirsizliğe atılmış, nasıl bir güne uyanmış, önü arkası nasıl bilinmemiş bir zaman süreci içerisinde ve zamana rağmen ilerliyoruz. Vaktin acımasızlığı içinde, düşünce hızımızın sınırlılığında, bildiğimiz ışığın bilmediğimiz boşluktaki hızı gibi o ölçemediğimiz manyetik alan dalgaları gibiyiz. Bir marangozun eserini düzelttiği son perdedeki o gürültülü sesleri duyar gibi oluyoruz. Sanki bir genç kıza annesinin aldığı o ilk parfümün alt notalarını koklar gibiyiz.  En sevdiğimiz tiyatro oyuncusunu yakından görmek için girdiğimiz o salonun boş koltuklarında savrulurken henüz gelmemiş protokolün yerinde gözümüz kalmış gibiyiz. İnsanoğluyuz ve doğamızdan kusurluyuz ve kimi zaman bunu bilmiyor; bildiklerimizin gizli tanığı olmaktan başka bir şey yapamıyor gibiyiz. 
Birbirine dolaşmış ipleri olan balıkçı ağını çözmeye çalışan bir balıkçı hayal edelim. Ağın kokusunu, ona yapışmış yosunların elde bıraktığı o yapışkan hissi. Ağa zamanında takılmış, balıkçının umudu olmuş balıkların çırpınışları ve sessiz çığlıklarını. Balıkçı ağı bir kenara bırakır ve ağ olmak o an zordur ve o öylece bir kenara bırakmaz kendini. Ağ olmak nasıldır azizim!