11 Kasım 2019 Pazartesi

kadın

 

En çok ne zaman canımız yanar, acı duyarız? Birisi öfkeyle bize el kaldırdığında mı? Birisi bize kötü, aşağılayıcı ve kırıcı kelimeler sarf ettiğinde mi? Peki ya bir canlının eziyete uğradığını görünce ne hissederiz?

Uzun zamandır o vitrinde gördüğümüz canlı renklerdeki elbiseyi alıp kasada ödemesini tam yapacakken elimize uzanan bir el ‘hayır masraf edemezsin , artık paranı ben yöneteceğim’ dediğinde ne hissederiz peki? Şiddete uğramış, engellenmiş... Biraz kilo aldığınızda sevgiliniz ‘ iyice şiştin, çirkinleştin’ dediğinde hisseder misiniz incindiğinizi, bu bir şiddet midir?

Şiddetin tanımını hepimiz biliyoruz değil mi? Kimi tanımlarda vurgulanan canımızın yanması, kimi tanımlarda da vurgulanan ruhumuzun incinmesi. Kimi izler ölçülebilir olanlar ancak en ağırı da psikolojik şiddet dediğimiz ne ölçebildiğimiz ne gösterebildiğimiz ne de ifade edebildiğimiz mağduriyetimiz. Bazen de şiddete uğramış birilerini görmek, sevdiklerimizin şiddete uğradığına tanık olmaktır mağduriyetimiz. Hiçbir şey yapamamanın verdiği acizlik duygusu örselenmemize yol açmaktadır.

25 Kasım tarihi, Kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ve kadının insan haklarının ihlali olarak anlaşılmaktadır. Kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet, doğrudan kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya orantısız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet anlamına gelmektedir.

Korku hissi, şiddete maruz kalan kadınların en belirgin duygusudur. Belki de hissettiği bu korku nedeniyle yardım dilemek istemez kimseden, ailesinden ve çevresinden. Sürekli ‘pasaklı, miskin, işe yaramaz, beceriksiz, kötü anne’ gibi hakaretler işiten bir kadının ise kendilik değeri dediğimiz, benlik saygısında düşme, yaşamına ilişkin güven ve kontrol duygusunu kaybetme yaşamaktadır. Kimi zaman bu şiddete sebep arayan kadın sanki bir suçlu olması gerekiyormuş gibi kendisinde kabahat bulmaya çalışır ve kendisinde hata bile bulabilir.




Şiddete maruz kalmanın sebebi olmayacağını, şiddetin bir çözüm olmayacağını, cinsiyete dayalı ayrımcılıktan uzaklaşmak gerektiğini, kadın ile erkek arasında yalnızca fizyolojik bir farklılık olduğunu bu nedenle de kadın ve erkeğe farklı şekilde davranmanın, onlara toplumsal cinsiyet dediğimiz farklı roller yüklemememiz gerektiğini bilmeliyiz. Kadınlarımızı güçsüz, narin, korunmaya muhtaç görürsek önce pembe renklere bular sonra da ev işlerini dişi kuşa yükleriz. Ev işini ve sorumluluğunu yapmadığında ya da eksik yaptığında da bu nedenle suçlanmasını olağan karşılarız. Güçsüz olduğunu pekiştirmek için az düşünür hatta sağlıklı düşünemez, büyük işler yapamaz kadın çalışmasın deriz, iş yerinde yüksek pozisyonlar da vermeyiz. Büyük laflar ederse sırtından sopasını eksik etmeyelim deriz; dövmek için sebepleri taa atadan temellendiririz. İşte bunlar ve bunun gibileri küçük yaşta cinsiyet ayrımcılığını temellendiren, kadına kadın olduğu için şiddet uygulanmasını kolaylaştıran ve aslında bu şiddete sebep olan tutumlardır.

Şiddetin benliklerde yol açacağı travmatik durumlar da bir başka yazımızın konusu olsun, değerli şairimiz Nazım HİKMET’in bu anlamlı şiiri de vedamız olsun!

KADIN

Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder