9 Mayıs 2024 Perşembe

Ne çok seviyoruz kemiklerimizi


 Ne çok seviyoruz kemiklerimizi değil mi? Canım bedenimiz, ilkokul sıralarında başlayan en sevdiğimiz ders olmasının yanı sıra zamanla tanıdığımız, yıllar geçtikçe aynayı kendimize çevirip hemhal olduğumuz bedenimiz. Yürüyen bedenler, kıymetli kemik bütünlüğümüz. Kimi ‘tahrip edilemeyen hayat kuvveti’ olarak tanımlar kemiği, kimi yalnızca anatomik bir anlam atfeder. 2 yaş sendromu inadı nedir bilmeyen bir nesil için sadece bir ‘lades’ ten ibarettir belki kemik. Bir bilim insanı, ilk antropologlardan Mead; iyileşen bir kemiğin, uygarlığın ilk işareti olduğunu belirtmiş. Kendisine bir öğrencisi medeniyetin ilk işaretini sorduğunda doğada yaralanan , femur kemiği kırılan bir canlının bu şekilde yaşamına devam etmesinin mümkün olamayacağını, kemik iyileşene kadar destek almadan avlanamayacağını, nehirde dahi su içemeyeceğini söylemiş. İyileşmiş bir kemik;  düşene yardım etmek, elinden tutmak, onun yarasını sarmak gibi bir durumun varlığında gerçekleşiyor. O halde zor durumda olan bir canlıya yardım etmek, zaman ayırıp yarasını sarmak, tıpkı kemiği kırılan bir geyiğin güvenli bir alana çekilip kemiğinin sarılması, bedeninin beslenmesi gibi bir medeniyet sağlıyor. 
 Zor ve kırılgan zamanlarda o kırıldığımız yerin bir destekle onarılmasıyla, biricik kemiğimizin iyileşmesiyle başlamış olan uygarlığımız, o her zaman olmasını ve aşmayı istediğimiz seviyeye birbirimize tutunarak dokunarak erişeceğiz demek ki.
 Ne çok seviyoruz kemiklerimizi değil mi? Tahrip edilemeyen hayat kuvveti…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder