13 Nisan 2017 Perşembe

Hunharca iletişin

Turuncu renkte ankesörlü telefonların jetonlarına ne değerler atfederdik. İçine girdiğimiz o kulübede soluduğumuz havada saklıydı ne anılarımız. O küçük jetonun akıbeti kadar bir konuşma süresi, hasbelkader kurduğumuz cümleler ve belki de bir türlü vedalaşamadan geçip giden anlar. Rengarenk pulunu yalayıp bir türlü zarftaki pul yerine yapıştıramayıp da uğraştığımız zamanlara denk gelir bu telefon kulübelerinin işlerliği. Gönderilmemiş mektuplar kadardır sosyal ağımız. Atılmamış triplerimiz, bir türlü sevgimizi ifade edemeyişimiz ve ağlamamak için kendimizi zor tutuşlarımız.
Meşakkatli bir yaşantımız varmış yıllar öncesinde. Ulaşımımızda, iletişimimizde, üretimimizden tutun da tüketimimizde de bile meşakkatli durumlar söz konusu imiş. Balkondaki çamaşır ipine kuruması için astığımız, o is kokulu ve soğuktan donup adeta bir korkuluk halini almış giysileri açmakta da varmış güçlüğümüz. Salonumuzun ortasındaki sehpada duran kültablasının ağırlığını taşımak, sabah vakti olduğunda sönmüş sobanın verdiği soğukluklukla güne uyanmak ve ay sonunda vergi iadesi fişlerini hesaplayıp dolduran babanın sessizliği ile ciddiyetli havasını solumak, eve gelen misafirlerin hiç istemediğimiz dönüş zamanını kestirmenin verdiği çocuksu kaygıyla baş etmek ve sokağa bizimle oynaması için çağırmaya koştuğumuz arkadaşımızın kapısında soluk alıp verirken çaldığımız zilden medet ummak..Hepsi adeta birer meşakkat...
Şİmdi de oldukça basit olan yaşamsal mevzuları sıralayacak değilim. Takılıp kalmayalım bir türlü çözemediğimiz sorulara ve bildiklerimizden başlarken soruların, o sınıfın en haylaz öğrencisinin her sınav başlangıcında sorduğu 'hocam bildiğimiz sorudan başlayabilir miyiz' sorusuna cevaben sınıfın en inek öğrencisinin tıpkı canımızı acıtırcasına ' bitirenler çıkabiliyor mu' atışmalarından etkilenmeyelim. Ortamda sessizlik olduğunda 'birinin kızı oldu heralde' diye sukuneti bölmeyelim.  ATM sırasında beklerken parası buruşuk diye bir türlü yatıramayanı 'cık cık cık cık' diyerekten, bade süzerekten ve inci dizerekten strese sokmayalım. Mağazada giyip denediğimiz, olduramadığımız kıyafetleri kabinde bırakmayalım ve tramvaya iniş ve binişlerde tutamaklardan tutalım.
Turuncu renkte ankesörlü telefonlara gelince de zamanında varsa eğer yarım bıraktığınız bir ilişkiniz, sonu gelmemiş bir bitiş cümleniz ya da bir türlü cesaret edemeyip de deneyimleyemediğiniz kursağınızdaki bir hevesiniz şimdi durmayın peşinden gidiniz, yeni bir jeton alınız ve ankesörün deliğine atınız, sinyal sesini duyunca da hunharca iletişiniz...


 

12 Nisan 2017 Çarşamba

Aynı derede

Zaman akıp gidiyor. Hatta bu akış öyle bir akış ki sanki Herakleitos'un da nuh nebi zamanda söylediği gibi bir değişim hali...Aynı dereye iki kere girmenin olanaksız olduğunu söyleyen Herakleitos, doğanın sürekli değişim halinde olduğunu vurgulamış. Akan suyun pislik tutmadığını savunan atalarımız da değişimin olması gereken bşr düreç olduğunu, yeni yaşantıların belki de kişilerin gelişimleri için daha iyi olacağını söylemek istemiştir.
oysa kimimiz daha duarağan, sabit, durgun bir şekilde yaşamayı ister. Her türlü değişim gerektiren koşul ve durumları kolay benimsemeyiz. Pek çok rutin insanı vardır. Aynı saatte aynı renkli kupasıyla sabah kahvesini yudumlarken, o gün yapacağı klasik aktivitelerini planlayıp olası farklı koşulların varolmasına da direnç gösterebilecek bünyelerdir bu kimseler. Yaşadıkları şehire, adım attıkları toprağabağlı hatta bağımlı olan insanlardan söz ediyorum. Aynı kapılarıları hep aynı anahtarla ve aynı düşüncelerle, niyetlerle açarlar. Eve dönüş yolları aynıdır, aynı tutkuyla uyanırlar güne...
Belki de bu değişim direncinin altında alışkanlıukların yanı sıra, kişisel varoluş kaygıları, uyum sorunları ya da yeniliğin her daim beraberinde getirdiği belirsizliğie ilişkin hoş olmayan duygulardan kaçınmalar yatıyordur.
Olsun tebdili mekanda ferahlık vardır demişler. Kimi zaman terk'i diyar etmek erdemli bir davranış olacaktır ama çok da umutlanmamak lazım gelmektedir ki biz nereye gidersek gidelim, hangi derede iki ya da daha fazla sayıda yüzersek yüzelim, istersek bacakalrımızı spagat açıp bir de ters takla atalım olacağı varsa olur zati, gidenin önünde dağ olsa durmaz yani...