6 Ocak 2025 Pazartesi

ZEMBEREK

Dinamik, yüksek enerjili, varoluşundan mütevellit ağırlığı olan, güçlü ancak güç peşinde koşmayan dendiğinde aklınıza ilk ne gelir?  Benim zemberek!  Bir süredir zemberekler üzerine düşünmeye başladım. Belki hiç bitmesin diye an’da kalmak için tüm dikkatimizi odakladığımız zaman mevhumunun taşıyıcısı yadigar bir saatin zembereğidir bu zemberek. Ya da sonsuza kadar bir çocuğun yüzündeki gülümsemesi olsun diye kurulmuş bir oyuncağın yüreğindeki zemberektir bu. Umuda yolculuk için kesilmiş bir seyahat biletini sorgulamadan yola koyulmuş bir aracın direksiyon sargısıdır belki de zembereğimiz.

Ayakta kalıp da hayatta kalmamız için hissettiğimiz içsel gücümüzdür belki de kendi zembereğimiz. Kimisinde bu istençtir, kimisinde de içsel bir inanç. Belki sen yaşam amacı dersin buna bir başkası da merak duygusu. Kiminin içsel gücü, zembereği özdeğeridir, kimisinde de yaşama olan tutkusu.

Her neyse içimizdeki bu bizi inşa eden, benliğimizi oluşturan ve bizi esneterek, dayanıklı, güçlü kılan haydi onu bulmaya çalışalım yavaştan. Böylelikle aynaya baktığımızda gerçek benliğimizdir görünmekte olan. Elinden tutarız belki hemen onun. Böylece ritmini yakalarız yaşamımızın. Alnından öperiz kendimizin. Takdir ederiz ruhumuzun inceliklerinin ve ayarını hiç bozmayız zembereklerin. 


18 Eylül 2024 Çarşamba

Maymunlar Başımı Döndürüyor



 Uzun zamandır kendimle buluşamadığımın idrakine vardım. Kendimle buluşmaktan kast ettiğim de aslında biraz yazmak, kelimelerle bir iki kelam etmek, yazarak alevlendirdiğim hislerimin yaktığı ateşin etrafında toplanıp; ‘akdeniz akşamları’ şarkısı olmasa da yeni bir melodiyle kalbimin sahilinde uyuyakalmak…
Okuduğum bir kitapta Twain’in ‘ niye orada adressiz bir mektup gibi oturuyorsun?’ sorusu ile karşılaştığımdan beri amaç duygumu, amaçsal yönelimleri izlemeye koyuldum. İnsanın düşüncelerini izlemesi, hissiyatını takip etmesi öyle kolay olmuyormuş. Tıpkı ‘gibi’ dizisindeki ünlü düşünür Yılmaz’ın dediği gibi hiçbir zaman insanın kafasında öyle yekpare top gibi parlayan tek bir düşünce de olmuyor. Öyle ki zihnimizde bir düşünce belirdiğinde o düşüncenin de iliklerimize kadar doğru olduğunu hissediyoruz değil mi?
Bir kutup yıldızının konumunun ya da pusulanın ibresinin renkli ucunun kuzeyi göstermesinden emin olduğumuz gibi düşüncelerimizin doğruluğundan emin olamayacağımızı pek geç öğreniyoruz aslında. Uzun yıllardır zihnimdeki oradan oraya zıplayıp duran maymunları seyredaldım. Maymunlarım adeta mantığımı bir top gibi birbirlerine yolluyordu. Bonservisi ödenmiş yeni transfer bir futbolcu gibi mantığımı göğüslerinde yavaşlatıp güçlü sol bacağında birkaç kere sektirip paslaşıyorlardı. Bu düşünce olimpiyatlarında seyirci olarak bulunup yaşadığım olaylardan sonra altın kupayı kaybediyor ancak Nil’in kanatlarım var ruhumda şarkısıyla hala güçlü olduğum yanılsamasıyla ‘otur Aslı sıfır’ ı yaşayan ben oluyordum. 
Bilinçli farkındalıklar, An’da kalmalar, kendiyle buluşmalar, şefkatli zihinler, öz şefkatler, kendi Öz’ünü bilmeler, olumlamalarimgelemeler, frekansını hesaplamalar ve çekim yasaları. Hepsinin niyeti kötü değil aslında, bizi kendimizle buluşturmaya, sevdirmeye, iyilik halimizi sağlamaya çalışırken bir de allaaddin sihirli lambasından Allaaddin’ingelemeyeceğini anladıkları için aslında Alladdin’den de medet ummayı bırakıp cinli lambanın aslında hiç olmadığını idrak ettiklerinden bizim yanımızda olmaya çalışıyorlar. 
James Helmann ’ Yüzyıllardır terapi görüyoruz ama dünya daha kötüye gidiyor ‘ dediği gibi son zamanlarda psikolojiyle ilgilenenlerin sağlıklı olmayan hap tavsiyelerindeki gibi adeta köre yol gösteren şaşılar topluluğu gibi değil miyiz? 
Öngörülemeyen bir dünyaya fırlatıldık ve kendimizi bulmak, varlığın anlamını keşfedip gerçek  benliklerimize  ulaşmak için  yola çıktık. 
Bu yolda çoğu zaman uçurumlarla karşılaşıyorum. Kendi uçurumlarıma bakarken başım dönüyor, şu aralar midem de fazla bulanıyor ancak kendi derinliklerimi de böyle buluyorum ve kendimin patronu olarak yarından ötesi yok zihin  maymunlarımı işten atıyorum.
 



 

9 Mayıs 2024 Perşembe

Ne çok seviyoruz kemiklerimizi


 Ne çok seviyoruz kemiklerimizi değil mi? Canım bedenimiz, ilkokul sıralarında başlayan en sevdiğimiz ders olmasının yanı sıra zamanla tanıdığımız, yıllar geçtikçe aynayı kendimize çevirip hemhal olduğumuz bedenimiz. Yürüyen bedenler, kıymetli kemik bütünlüğümüz. Kimi ‘tahrip edilemeyen hayat kuvveti’ olarak tanımlar kemiği, kimi yalnızca anatomik bir anlam atfeder. 2 yaş sendromu inadı nedir bilmeyen bir nesil için sadece bir ‘lades’ ten ibarettir belki kemik. Bir bilim insanı, ilk antropologlardan Mead; iyileşen bir kemiğin, uygarlığın ilk işareti olduğunu belirtmiş. Kendisine bir öğrencisi medeniyetin ilk işaretini sorduğunda doğada yaralanan , femur kemiği kırılan bir canlının bu şekilde yaşamına devam etmesinin mümkün olamayacağını, kemik iyileşene kadar destek almadan avlanamayacağını, nehirde dahi su içemeyeceğini söylemiş. İyileşmiş bir kemik;  düşene yardım etmek, elinden tutmak, onun yarasını sarmak gibi bir durumun varlığında gerçekleşiyor. O halde zor durumda olan bir canlıya yardım etmek, zaman ayırıp yarasını sarmak, tıpkı kemiği kırılan bir geyiğin güvenli bir alana çekilip kemiğinin sarılması, bedeninin beslenmesi gibi bir medeniyet sağlıyor. 
 Zor ve kırılgan zamanlarda o kırıldığımız yerin bir destekle onarılmasıyla, biricik kemiğimizin iyileşmesiyle başlamış olan uygarlığımız, o her zaman olmasını ve aşmayı istediğimiz seviyeye birbirimize tutunarak dokunarak erişeceğiz demek ki.
 Ne çok seviyoruz kemiklerimizi değil mi? Tahrip edilemeyen hayat kuvveti…

 

14 Mart 2024 Perşembe

Adalet sisteminde kadın mağdurlara yaklaşımlar ve Adli Görüşme Odaları


 Bildiğimiz gibi yakın ilişkilerde şiddet ve istismar, sadece günümüze ait değil; insanlık tarihi kadar geçmişi olan bir sorundur.

Aslında türümüz var olduğu günden itibaren şiddet üreten bir canlı türüdür ve ne yazık ki bu şiddet yaygın olarak yakın ilişkilerde bulunduğumuz kişiler arasında gerçekleşmektedir.

Yakın ilişkilerdeki şiddetin diğer şiddet olgularından ayrılan noktası, üzerinin sıklıkla örtülüyor olması, çeşitli sosyokültürel dinamiklerin kısıtlayıcı etkisi, mağdurun daha büyük şiddet ve istismar davranışlarına maruz kalmamak adına sessiz kalmasıdır.

Yakın ilişkilerde şiddet ve istismar olgusu, günümüzde sahip olduğumuz kitle iletişim araçlarının ve digital platformların sağladığı imkanlarla daha kolay ve kısa bir süre içinde gün yüzüne çıkabilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti anayasasının ikinci maddesinde belirtilen sosyal ve hukuk devleti, şüpheli ve sanıkların yanı sıra mağdurlar için de bazı hak ve güvencelerin sağlanmasını gerektirmektedir. Son dönemde sanık odaklı cezalandırıcı yerini mağdur odaklı onarıcı adalet anlayışına bırakmıştır.  Yine anayasamız her türlü şiddet ve istismarda özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli teşkilatın kurularak tedbirlerin alınması gerektiğini vurgulamaktadır. 

 

Başta çocuklar olmak üzere, tüm kırılgan grupların adalete erişiminin güçlendirilmesi ve ikincil örselenmelerin engellenmesiyle birlikte maddi hakikatin ortaya çıkabilmesi için ifade, beyan işlemlerinin mağdurların mevcut fiziksel zihinsel ve psikolojik durumlarına uygun özel ortamlarda yürütülmesi gerekmektedir. 

Adliyelerde mağdurların özel ortamlarda, uzman aracılığıyla şüpheli ve sanıklar ile yüz yüze gelmeden beyanına başvurulmasına olanak sağlayan adli görüşme odaları mağdur odaklı uygulamaların başında gelmektedir.

Bu ciddi, üzeri örtülmeye çalışılan sosyal problemin üzerindeki gizlilik perdesini kaldırmak, kendisini ifade ederken zorlanacağı düşünülen mağdura bu konuda destek olmak amaçlanmaktadır. 

Son zamanlarda flört şiddeti, evlilik tecavüzü, yaşlı istismarı, ısrarlı takip vakaları sık karşılaşılan, farkındalık kazanılan şiddet türleridir. Görülen şu ki; suçtan daha fazla etkilenme potansiyeline sahip olan kırılgan grup dediğimiz grupların kendi evlerinde mağdur edilme ihtimalleri, örneğin Eskişehir’de tehlikeli bulunan bir kuyubaşısemt yerleşkesinden daha fazladır. Kapalı kapılar ardında gerçekleşen bu olayı, zaten savunmasız olan mağdurlar her zaman rahatlıkla dile getiremeyebilir. Bu nedenle çoğu istismar olayının fark edilip rapor edilmesi kolay olmamaktadır. 

 

Zaman içerisinde hukuk ile psikoloji ilişkisi, tanıkların da ifadelerinin güvenirliliğinin incelenmesi ihtiyacıyla genişlemeye başlamıştır. Bu süreçte mağdurun ortaya çıkan mağduriyetten sonra hizmet almak için başvurduğu adliye kurumunda ya da kollukta yeniden mağduriyet yaşamaması için ikincil mağduriyetten korunmaları gerekmektedir.

Bizler;  Eskişehir Cumhuriyet başsavcılığına bağlı adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüğü olarak bu nedenlerle 2017 yılından itibaren işlerlik kazanan AGO dediğimiz adli görüşme odalarında, kimi zaman tanıklara kimi zamanda da suç mağdurlarına yönelik hizmet vermekteyiz. Sizlere AGO’nunyapısını, amaçlarını zaman zaman da kamuya gündeme yansıyan, aklımda kalan ve iz bırakan bir kaç vaka ile anlatmak istiyorum. 

Oldukça soğuk, ayaz iklimli bir şubat ayında adli görüşme için bekleyen bir mağdurun, gündelik temizlik yapmak amacıyla gitmiş olduğu evin sahibi tarafından istismar edilmiş olması bilgisiyle Ago’nun bekleme odasına girmiştim. Göz teması kurmakta zorlandığını gördüğüm orta yaşlı kadın ‘iffetimi koruyamadım, çok güçsüzüm’ diyerek karşıladı beni. Beden dili, gözlerini kaçırma hızı yaşadığı aciziyeti içinde bulunduğu utancı yansıtıyordu. O an bu kadının bizler gibi bu alanda çalışan kişiler yerine bir savcıyla yüzyüze gelip beyanda bulunacak olsaydı kim bilir nasıl hissederdi diye bir düşünce geçti aklımdan. Bekleme odasından görüşme odasına geçtiğimizde, kendimi sanki O’nun üzerine, mahremiyetini koruyan bir örtü sarıyormuş gibi hissettim. O gün o olayı, O’nu utandırmadan ve bu nedenle olayı saklamaya ya da savunmaya geçmesini bir nebze de olsa engellemiş olarak, gerçekleri öğrenmek amacıyla adeta o örtünün altında ifadesi alınmıştı.

Bekleme odası, AGO’ nun ilk durağıdır. İstismar mağdurunun olay sonrası altta yatan ve kendisinden bile uzak tuttuğu duyguları, belleğindeki bilgilerin, çaresizliğinin, öfkesinin bilince çıktığı bir duraktır. 

Birkaç ay önce; resmi olarak evli olduğu eşinin oğlu yani üvey oğlu tarafından fiziksel şiddete uğrayan bir kadın gelmişti görüşmeye. Adli süreç yolculuğuna başlayacağı bu durakta sessizce beklerken tanıdım O’nu. Oldukça güzel, bakımlı, şık giyimli, gösterişli bir kadındı. Olaya ilişkin birkaç cümle duymak istediğimde ‘ anlatmayacağım ‘ dedi. ‘ İki tane özel avukat tuttum, onlarla görüşseniz yetmez mi? ‘ dirençliydi. Sanki soğuk, ilgisiz görünümü onun için koruyucu bir zırh gibiydi. Bu zırhı elbette ki onu gören herkes kolaylıkla fark edebilirdi. Başından   geçenleri bir duruşma salonunda anlatmaya çabalasaydı eğer orada bulunan yargı mensupları, salonun önünden geçerken göz göze geldiği bir kimse ya da bir sonraki duruşmanın kendisinin olduğunu gür sesiyle ona haykıran bir mübaşir de bu kadının endişesine üzülebilirdi. 

 

 

Ancak bu kadını tanımaya çalışmak, kısa bir hazırlık görüşmesiyle kendisinin zayıf yönlerinin yanı sıra güçlü bir yanını bulup onu her şeyiyle kabul edip dinlemeye hazır olduğumuzu ona hissettirmek mağdurun o koruyucu zırhının bir bölümünü çıkarmasını sağladı. Beyanında mağdur kadın yalnızca şiddet, alıkoyma öyküsünü değil; istismar öyküsünün de bulunduğunu adli görüşme odasında rahatlıkla anlatabildi.

Adli görüşme odasının duvarda sabit iki kamera eşliğinde, bir uzmanla yüz yüze renkli koltuklarda karşılıklı oturduğu bir ortam olması, kişilerin bir yuvada olduğunu çağrıştıran bir halısının olması bile travmatizebireylerin yaşamış olduğu olay nedeniyle içinde bulunduğu o sıkışmışlık duygusundan, o korkunç, tatsız duyulardan kaçınmak için sığındıkları bir oksijen alanı gibidir. 

Bir öğle arası, zihinsel engeli olan, psikiyatrik tanısı bulunan, üç kişi tarafından uzun süreli bir şekilde tekrarlı cinsel istismar mağduriyeti yaşamış bir kadınla görüşecektim. Ağır ceza mahkemesi ile bağlantı sağlayacağımızı söyleyip o beyanda bulunurken odadaki kameralarla bizi izleyeceklerini söyleyip önünde duran cihazın mikrofon olduğunu kendisine anlattım. O esnada sessizliğini bozan mağdur yüksek bir sesle ve coşkuyla  ‘ ne olur yanıma kimse gelmesin’ diyerek başladığı şarkıyı ‘ en yakın dostuma bile dargınım, kime güvendiysem kırdı kalbimi, canım bildiğime dargınım dargın ‘ diyerek bir şarkıyı sonuna kadar söyledi. Duruşma esnasında sıra kendisine gelene kadar defalarca dinlediğimiz o arabesk şarkı aslında mağdur kadının olayı bir ritme döküp, stresini, kaygısını da boşalttığı bir salınım deneyimiydi. Eski yüzyıl adalet anlayışıyla belki bu duruma şaşılacak, kızılacak, davranışı yersiz bulunacak belki de susturulacak olan kadın, kendisini sahnede hissettikten sonra duruşma esnasında faili bedenindeki yaralarıyla tasvirleyerek olayı delillendirebilecek kadar rahatlayabilmişti. Bu yıl temmuz ayında 13 yerinden bıçaklanan genç kadının ikizi olan tanığın beyanını adli görüşme odalarında aldık. Uygun bir zaman diliminden  sonra Eskişehir Cumhuriyet başsavcılığı olarak maktulün ailesinin evine taziye ziyaretinde bulunurken aklımızda bu acıyla yüzleşmeye dair kaygılarımız vardı ancak evlerine vardığımızda; onlara yaşadıkları karanlığın belirsizliğin normal olduğu, artık güneşin gelip onları tamamen aydınlatmayacağı ancak hala ısınmalarını sağlayacağını hatırlatmak için geldiğimizi, en zor zamanlarda dahi bir başlangıç noktasını olduğunu, onlara yalnız olmadıklarını göstermeyi istedik. 

Bu gibi örnek vakalar, adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüğünde pek çok kere yaşadığımız kıymetli anların minik bir kısmı. Yaşanmasını, karşılaşmayı hiçbir zaman ummadığımız bu olaylar maalesef ki yaşadığımız ve dünyanın, yaşamın iyiyle kötü arasındaki gerçek doğasının farkında olmamızı sağlayan durumlar. Bu kötülüklere rağmen iyiye ulaşma çabamızın hep var olması dileklerimizle…



Komşu

 Babasının elini tutarak geldi görüşme odasında. 13 yaşında, siyah çekik gözlü, yaşıtlarına oranla fiziksel açıdan büyük gösteren bir kızdı. Boyu neredeyse babasının omzuna geliyordu. Annesi, avukatı ve olayı gördüğüne ilişkin tanıklık yapacak olan 7 – 8 yaşlarındaki kız kardeşi de arkasında duruyordu. Sürece ilişkin kaygıları, mağdur E. ‘nin O ifade verirken yanında olma istekleri adeta hepsinin gözlerinden okunuyordu. Dosyadan edindiğim bilgiye göre; bu olayı yaşatıp E.’yimağdur eden kişinin güvendikleri kapı komşusu olmasıüstelik bu komşunun E.’ye de özel ders vermiş bir öğretmen olması sarsıcı bir bilgi olarak belleğimdeydi.

E., 8. Sınıf öğrencisi, ileride tıp fakültesi öğrencisi olmak isteyen, çok sakin, naif bir genç kızdı. Kendisi ile göz teması kurmaya çalışıyordum ancak gözlerindeki bitmek tükenmek bilmeyen gözyaşlarını gördükçe içimden ‘ belli ki ne kadar yorgun düşmüşsün ağlamaktan ‘ demek geçiyordu. 

Mağdur, henüz 8 yaşlarında bir ilkokul öğrencisiyken aynı binada karşı dairelerinde oturan komşuları ile ailesi samimi bir komşuluk ilişkisindeydiler. Bir süre sonra emekliliğine bir kaç yıl kalmış olan öğretmen H. Amca kendisinin O’na özel ders verebileceğini söylemişti. Yaklaşık bir yıl süresince karşı komşuları H. Amca’nın evine giden E., komşu öğretmeninden ders alıyor, bir saat süren her dersin sonunda H. Amcasının kendisine sarılıp zaman zaman kendisini sıkıştırıp rahatsız edici şekilde öpülüyordu. Kimi zaman boynumu öpüyordu, dudaklarımdan ve kulak arkalarımdan, kulak mememden öpüyordu dedi. Her ders bitiminde ‘ seni seviyorum ben bunu annenlere söyleme olur mu’ diye tembihlerde bulunuyordu H. Amca. Bu yaklaşımının niyetinin merhamet içeren, sevgi içeren bir komşu amca olmadığını, ders aldığı, otorite olarak gördüğü bir öğretmenin ilgi ve alakası olmadığını derinlerde bir yerde hisseden E., annesine yıllar boyu komşu H. Amcanın bu davranışından bahsedememişti.

Ta ki kendisi büyüyüp genç kız olduğunda kız kardeşi E.’nin de karşı komşu H. Amcadan özel ders almaya başlayıncaya kadar. Aradan geçen pandemi sürecinde hem E. Fiziksel ve ruhsal anlamda olgunlaşmış hem de bu süreçte karşı komşuları farklı bir ilde öğrenim gören çocuklarının yanında kalmışlardı. E. Yaşadığı psikolojik baskı ve fiziksel tacizden bu süreçte kurtulmuş; tam olarak farkında olmadığı tacizi anlamlandıramadan bilinçaltının derinliklerine gömmüştü. Ancak ne zaman kendi evlerine geri dönen komşular H. Amca ‘nın kardeşinde de ilkokul öğrenimine başlaması nedeniyle ders vermeye başlayacak olması E.’i tedirgin etmiş; H.amcanın kendisine yaptıkları bir birgözünde canlanmıştı.

E.’in sağlıklı olan annesi ve babası covid-19 pandemisinde filyasyon ekibinde görevlendirilmişlerdi. Bazı geceler kız kardeşi ile evde uzun süre yalnız kalan E. Ve kardeşi E. ‘ye zaman zaman karşı komşuları göz kulak olması için ebeveynleri tarafından onlara emanet ediliyordu. E.in annesi zaman zaman elektrik kesilir endişecelenecek olurlarsa karşı daire komşularının çocuklara destek olabileceğini düşünüyordu. Bu anlamda sağolsunlar birkaç kere evde kalan iki kız kardeş E.’ye kapılarını açıp gözleme ile besleyip onlara yardımcı olmuşlardı ancaşikâyete konu olan olay günü karşı daire komşusu Hamca’nın annesinin vefatının ilk yıl dönümüydü.  Evlerinde mevlit okutulmuş, gelen misafirlere ikramlarda bulunulmuştu. H. Amca nedense bir anda evde yalnız olma olasılığının yüksek olduğunu bildiğini E. Kardeşlere ikram tabağından götürmek istedi. Mağdur E. Kapıyı açtığında H. Amca içeri daldı ve elindeki iki tabağı doğru mutfağa yönelerek mutfak masasına bıraktı. Sonra iki kız kardeşi kollarının altına alarak onları sarıp sarmaladı. Küçük kız kardeş E. Yarıda bıraktığı çizgi filme devam etmek için diğer odaya yöneldiğinde H. Amca yine mağdur E.’, yaklaşıp dudağının kenarına o sevimsiz öpücüklerinden kondurdu. Ellerini bileklerimden kavrayıp kendisine doğru bedenini çektiğini söylerken E. adeta o gergin anları yeniden yaşıyordu. H. Amcayı ittirdiğini söylerken H.’nin kendisini ‘ istemiyor musun ?’ sorusunu yönelttiğini söyleyen E., bu sorudaki arsız ısrarın, gereksiz nezaketin ve iğrenç üslubun artık farkında ve bilincindeydi. O an arkasını döndüğünde kız kardeşi E.’nin de kendilerini gördüğünü onunla göz göze geldiğinde anladığını söyleyen E., için bu gözler adeta güven ve güç vermişti. Karşı komşu H. Amca evine döndü ve E. Eline aldığı telefonda hıçkıra hıçkıra ağlayarak annesini arayıp bir çırpıda başından geçenleri anlatmıştı.  Hemen eve gelen anne ve baba kızları E.’yidinledi. Ebeveynleri kızlarını dinlerken yaşadıkları şok, üzüntü, bu durumu hiçbir zaman fark edememiş olmanın verdiği yetersizlik duygusu ve güvendikleri kimsenin ihaneti ile karşılaşmanın yaşattığı öfke ve kırgınlıkla komşu H.’i çağırdı. Mağdur E.’nin ,o günkü olayla ilgili hatırladığı son ve önemli ayrıntı annesinin H.’nin getirdiği ikramların olduğu tabağı duvara fırlatması. 

Bu vaka ifadesi adli görüşme odasında tarafımdan alındı; görüşme süresince mağdur gözyaşlarına hakimolamadı. İç acıtan durum şuydu ki sanık olarak ifade veren H. Amca mağdurun kız kardeşini kıskandığını iddia ederek kendisine bu şekilde bir iftira attığını belirtti. Bu gözyaşları sıradan bir kardeş kıskançlığı olamayacak kadar yoğun hisler yansıtıyordu. Mağdurun ardında bıraktığı peçetede yazanlar ‘kardeşim de benim yaşadığım kafa karışıklığını, gereksiz sevgi gösterisini ve bir yetişkinin cinsel tatmin duygusunu yaşamasın’  ifadeleriydi…

 

 

2 Haziran 2020 Salı

Sevgiyle Kucaklamak




Son zamanlarda oldukça sık duyduğumuz bir kavram var ‘mindfullness’ kavramı. Bu yazımda sizlere bu teknikten bahsetmek istiyorum. Mindfullness tekniği temelde ‘şimdiki ana odaklanmak’ tır. Bu şekilde içinde bulunduğumuz stres ve kaygı düzeyini azaltmanın mümkün olduğu, an’a odaklanarak, bu odaklanma sayesinde de bizi sağlıklı düşünmemizi engelleyen kaygıdan uzaklaşmanın mümkün olduğu düşünülmektedir.
Bireyin ruh sağlığının güçlenmesinin, kaygı düzeyinin azalmasının, yaşadığı an’da kalarak mutlu ve tatminkar olmasının bireyin bir takım pratikler yaparak deneyimleyeceği ve zamanla bu deneyimin davranış düzeyinde bir değişime neden olacağı düşünülmektedir.
Mindfulness temelli meditasyonu uygulayabiliyor olmak hayatımızı yeniden gözden geçirmemizi, beden tepkilerimizin ne şekilde olduğunu onları deneyimlerken fark etmemizi ve böylelikle yaşamla ve benliğimizle yüzleşmemizi sağlamaktadır.
Herkese, çevremize ve tüm canlılara gösterdiğimiz şefkati, kendimizi de yöneltmek; kendimize sevgiyle sarılmak da zamanla edindiğimiz an’a odaklanma, an’da kalma deneyimi bu şekilde sağlıklı bir yaşamla bütünleşme, yaşama bağlanma potansiyelimizi ortaya çıkarabilmektedir.
Hayatı doya doya yaşamak hissederek adım atmak, hissederek nefes almamızı mümkün kılmaktadır. Bu nedenle aldığımız nefesi sağlıkla almanın, burada ve şu anda olmayı sıklıkla hatırlamanın ve zamanla bu farkındalığı geliştirmemizin hayatın ta kendisi olduğunu öğreniriz, yaşamla yeniden tanışırız bu da aslında bir tür meditasyon gibidir.
Kimi olumsuz yaşantılar ve düşüncelerin sizi yaşamdan uzaklaştırdığını, nefesinizi zorladığını hissettiğinizde işte o rahatsız edici ‘stres’ faktörünün etkisi altında kalmaya ve stresin etkisiyle karar vermeye başlarsınız. Ancak mindfullness temelli stres azaltmanın deneyimini yaşamayı bir davranış biçimi haline getirdiğinizde kazanmış olduğunuz içgörü , öğretiler ve kendine şefkat bilinciyle, olumsuz anlarınızın sorumluluğunu alarak ve onların farkında olarak güçlenmeniz, stres yaşantısını sona erdirmeniz mümkün olur ve bu da gerçekten ‘nefes almanızı’ ağlar.
Bu konuda deneyimli uzmanlarrdan bu tekniği öğrenebilir ve yaşamızı kendiliğinizle, kendiniz olarak ve gerçek bir nefes alarak şekillendirebilirsiniz.
Kendinizi sevgiyle kucaklamak istemez misiniz?

25 Mart 2020 Çarşamba

Kendine İzin Ver



Yılın bu zamanları tüm dünya insanlarını saran bu gerginliğin, sıkışmışlık hissinin nedeni; varoluşumuzun, yaşamımızın anlamına ilişkin kaygımızı zirveye çıkaran virüsün dünyamızı işgalinden kaynaklanıyor.
Yaşamımızı kontrol etme güdümüz temel güdülerimizdendir ve bu kontrol edebildiğimizi hissetmenin sayesinde de şimdiye kadar belirsizliğe meydan okuduğumuzu düşünürdük.
Dünyanın adaletli olduğuna ilişkin ilahi adalet ahlakımız, iyi dünya inancımız vardı ve bu düşünce de bizim başımıza olumsuz, kötü durum ve olayların gelmeyeceğini, bu olayların hep etrafımızdakilerin başına geleceğini, bunu da onların hak etmiş olabileceğini düşündüren bir koruyucu düşünce mekanizmamızdı. Bu düşüncenin benliğimizi koruyucu işlevi vardı, benliği savunucu bir yanımızdı. Ancak bu virüsün herkesi etkilemesi, bu testten geçenlerin ünlü ünsüz, torpilli, torpilsiz her kesimi etkilemesi, yakınımızda ve baş ucumuzda gezmesi kimi zaman bizi yoklamış gitmiş olacağını düşündürtmesi bizleri kaygılı, korkak ve savunmasız hale getirdi.
Sosyal izolasyon, kişiler arası mesafe konulması belki bireyselci topluluklara bize zor geldiği kadar zor gelmedi ama bize kısa zamanda dokunmadan selamlamayı, sarılmadan sevmeyi, el ense vurmadan şakalaşmayı öğretti.
Kendimize iyi bakmanın, bu kaygıyla baş etmenin kendimize özgü çözümlerini kısa zamanda bulmaya başladık. Duygusal bütünlüğümüzü korumanın, kendimize zaman ayırmanın bir çok formülü olduğunu keşfettik. Bizi güvende hissettiren, güldürüp eğlendiren kimselerle aramızdaki mesafenin ne kadar yıpratıcı olabileceğini ancak bu mesafenin fiziksel olsa da manevi olmadığını, uzun zamandır evde dans etmenin bu kadar zevkli olmadığını gördük. Şimdi, şu anda bize önemli gelen , anlamlı gelen eylemlere, hep ertelediğimiz işlere zamanımızı ayırmaya başladık. Belki tarzımız olmaya bir kitabı okumaya, hayatta yemem dediğimiz bir sebzenin tadına bakmaya ya da keşke onunla daha çok zaman geçirseymişim diye bir arkadaşımız için hayıflanmaya bile başladık.
Tam olarak ne olacağını bilmediğimizden ya da bize neyin yarar sağlayacağını, iyi geleceğini bilmediğimizden hiçbir şeyden emin değiliz, fark ettik. Evet emin olmak zorunda da değiliz.
Bilinmezliğin sarhoşu bile olabiliriz. Herşeyden emin olmamaya da hakkımız var, bu çok normal. Hepimizin bugün bize iyi gelenin yarın iyi gelmemesinin, gereksiz ve saçma gelmesinin de normal olduğunu düşünmesi gerekir.
Sosyal medyada yazılanlar sizi endişelendiriyorsa kendinizi yazılanlara kaptırmayabilirsiniz. Yazışma gruplarında yazılanlar ve adeta eskiden gazete dağıtan çığırtkan çocukların ‘yazıyor yazıyor’ şeklinde gelen sesleri gibi hissettiren ancak onlar kadar size huzur vermeyen haberleri dinlemeyebilirsiniz.
Belli bir yerde olmak zorunda değiliz, bir şeyler yapmadan da durabiliriz.
Belki nedensizce gülebilir ya da sebepsizce ağlayabilirsiniz.
Kendinize kendiniz olmanız için izin verin.
Kendinizle ve kendinize ait hissettiklerinizle kalmaya izin verin.
Evren de bunu istiyor çünkü ve elbette varoluşumuz da...