14 Mart 2024 Perşembe

Adalet sisteminde kadın mağdurlara yaklaşımlar ve Adli Görüşme Odaları


 Bildiğimiz gibi yakın ilişkilerde şiddet ve istismar, sadece günümüze ait değil; insanlık tarihi kadar geçmişi olan bir sorundur.

Aslında türümüz var olduğu günden itibaren şiddet üreten bir canlı türüdür ve ne yazık ki bu şiddet yaygın olarak yakın ilişkilerde bulunduğumuz kişiler arasında gerçekleşmektedir.

Yakın ilişkilerdeki şiddetin diğer şiddet olgularından ayrılan noktası, üzerinin sıklıkla örtülüyor olması, çeşitli sosyokültürel dinamiklerin kısıtlayıcı etkisi, mağdurun daha büyük şiddet ve istismar davranışlarına maruz kalmamak adına sessiz kalmasıdır.

Yakın ilişkilerde şiddet ve istismar olgusu, günümüzde sahip olduğumuz kitle iletişim araçlarının ve digital platformların sağladığı imkanlarla daha kolay ve kısa bir süre içinde gün yüzüne çıkabilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti anayasasının ikinci maddesinde belirtilen sosyal ve hukuk devleti, şüpheli ve sanıkların yanı sıra mağdurlar için de bazı hak ve güvencelerin sağlanmasını gerektirmektedir. Son dönemde sanık odaklı cezalandırıcı yerini mağdur odaklı onarıcı adalet anlayışına bırakmıştır.  Yine anayasamız her türlü şiddet ve istismarda özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli teşkilatın kurularak tedbirlerin alınması gerektiğini vurgulamaktadır. 

 

Başta çocuklar olmak üzere, tüm kırılgan grupların adalete erişiminin güçlendirilmesi ve ikincil örselenmelerin engellenmesiyle birlikte maddi hakikatin ortaya çıkabilmesi için ifade, beyan işlemlerinin mağdurların mevcut fiziksel zihinsel ve psikolojik durumlarına uygun özel ortamlarda yürütülmesi gerekmektedir. 

Adliyelerde mağdurların özel ortamlarda, uzman aracılığıyla şüpheli ve sanıklar ile yüz yüze gelmeden beyanına başvurulmasına olanak sağlayan adli görüşme odaları mağdur odaklı uygulamaların başında gelmektedir.

Bu ciddi, üzeri örtülmeye çalışılan sosyal problemin üzerindeki gizlilik perdesini kaldırmak, kendisini ifade ederken zorlanacağı düşünülen mağdura bu konuda destek olmak amaçlanmaktadır. 

Son zamanlarda flört şiddeti, evlilik tecavüzü, yaşlı istismarı, ısrarlı takip vakaları sık karşılaşılan, farkındalık kazanılan şiddet türleridir. Görülen şu ki; suçtan daha fazla etkilenme potansiyeline sahip olan kırılgan grup dediğimiz grupların kendi evlerinde mağdur edilme ihtimalleri, örneğin Eskişehir’de tehlikeli bulunan bir kuyubaşısemt yerleşkesinden daha fazladır. Kapalı kapılar ardında gerçekleşen bu olayı, zaten savunmasız olan mağdurlar her zaman rahatlıkla dile getiremeyebilir. Bu nedenle çoğu istismar olayının fark edilip rapor edilmesi kolay olmamaktadır. 

 

Zaman içerisinde hukuk ile psikoloji ilişkisi, tanıkların da ifadelerinin güvenirliliğinin incelenmesi ihtiyacıyla genişlemeye başlamıştır. Bu süreçte mağdurun ortaya çıkan mağduriyetten sonra hizmet almak için başvurduğu adliye kurumunda ya da kollukta yeniden mağduriyet yaşamaması için ikincil mağduriyetten korunmaları gerekmektedir.

Bizler;  Eskişehir Cumhuriyet başsavcılığına bağlı adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüğü olarak bu nedenlerle 2017 yılından itibaren işlerlik kazanan AGO dediğimiz adli görüşme odalarında, kimi zaman tanıklara kimi zamanda da suç mağdurlarına yönelik hizmet vermekteyiz. Sizlere AGO’nunyapısını, amaçlarını zaman zaman da kamuya gündeme yansıyan, aklımda kalan ve iz bırakan bir kaç vaka ile anlatmak istiyorum. 

Oldukça soğuk, ayaz iklimli bir şubat ayında adli görüşme için bekleyen bir mağdurun, gündelik temizlik yapmak amacıyla gitmiş olduğu evin sahibi tarafından istismar edilmiş olması bilgisiyle Ago’nun bekleme odasına girmiştim. Göz teması kurmakta zorlandığını gördüğüm orta yaşlı kadın ‘iffetimi koruyamadım, çok güçsüzüm’ diyerek karşıladı beni. Beden dili, gözlerini kaçırma hızı yaşadığı aciziyeti içinde bulunduğu utancı yansıtıyordu. O an bu kadının bizler gibi bu alanda çalışan kişiler yerine bir savcıyla yüzyüze gelip beyanda bulunacak olsaydı kim bilir nasıl hissederdi diye bir düşünce geçti aklımdan. Bekleme odasından görüşme odasına geçtiğimizde, kendimi sanki O’nun üzerine, mahremiyetini koruyan bir örtü sarıyormuş gibi hissettim. O gün o olayı, O’nu utandırmadan ve bu nedenle olayı saklamaya ya da savunmaya geçmesini bir nebze de olsa engellemiş olarak, gerçekleri öğrenmek amacıyla adeta o örtünün altında ifadesi alınmıştı.

Bekleme odası, AGO’ nun ilk durağıdır. İstismar mağdurunun olay sonrası altta yatan ve kendisinden bile uzak tuttuğu duyguları, belleğindeki bilgilerin, çaresizliğinin, öfkesinin bilince çıktığı bir duraktır. 

Birkaç ay önce; resmi olarak evli olduğu eşinin oğlu yani üvey oğlu tarafından fiziksel şiddete uğrayan bir kadın gelmişti görüşmeye. Adli süreç yolculuğuna başlayacağı bu durakta sessizce beklerken tanıdım O’nu. Oldukça güzel, bakımlı, şık giyimli, gösterişli bir kadındı. Olaya ilişkin birkaç cümle duymak istediğimde ‘ anlatmayacağım ‘ dedi. ‘ İki tane özel avukat tuttum, onlarla görüşseniz yetmez mi? ‘ dirençliydi. Sanki soğuk, ilgisiz görünümü onun için koruyucu bir zırh gibiydi. Bu zırhı elbette ki onu gören herkes kolaylıkla fark edebilirdi. Başından   geçenleri bir duruşma salonunda anlatmaya çabalasaydı eğer orada bulunan yargı mensupları, salonun önünden geçerken göz göze geldiği bir kimse ya da bir sonraki duruşmanın kendisinin olduğunu gür sesiyle ona haykıran bir mübaşir de bu kadının endişesine üzülebilirdi. 

 

 

Ancak bu kadını tanımaya çalışmak, kısa bir hazırlık görüşmesiyle kendisinin zayıf yönlerinin yanı sıra güçlü bir yanını bulup onu her şeyiyle kabul edip dinlemeye hazır olduğumuzu ona hissettirmek mağdurun o koruyucu zırhının bir bölümünü çıkarmasını sağladı. Beyanında mağdur kadın yalnızca şiddet, alıkoyma öyküsünü değil; istismar öyküsünün de bulunduğunu adli görüşme odasında rahatlıkla anlatabildi.

Adli görüşme odasının duvarda sabit iki kamera eşliğinde, bir uzmanla yüz yüze renkli koltuklarda karşılıklı oturduğu bir ortam olması, kişilerin bir yuvada olduğunu çağrıştıran bir halısının olması bile travmatizebireylerin yaşamış olduğu olay nedeniyle içinde bulunduğu o sıkışmışlık duygusundan, o korkunç, tatsız duyulardan kaçınmak için sığındıkları bir oksijen alanı gibidir. 

Bir öğle arası, zihinsel engeli olan, psikiyatrik tanısı bulunan, üç kişi tarafından uzun süreli bir şekilde tekrarlı cinsel istismar mağduriyeti yaşamış bir kadınla görüşecektim. Ağır ceza mahkemesi ile bağlantı sağlayacağımızı söyleyip o beyanda bulunurken odadaki kameralarla bizi izleyeceklerini söyleyip önünde duran cihazın mikrofon olduğunu kendisine anlattım. O esnada sessizliğini bozan mağdur yüksek bir sesle ve coşkuyla  ‘ ne olur yanıma kimse gelmesin’ diyerek başladığı şarkıyı ‘ en yakın dostuma bile dargınım, kime güvendiysem kırdı kalbimi, canım bildiğime dargınım dargın ‘ diyerek bir şarkıyı sonuna kadar söyledi. Duruşma esnasında sıra kendisine gelene kadar defalarca dinlediğimiz o arabesk şarkı aslında mağdur kadının olayı bir ritme döküp, stresini, kaygısını da boşalttığı bir salınım deneyimiydi. Eski yüzyıl adalet anlayışıyla belki bu duruma şaşılacak, kızılacak, davranışı yersiz bulunacak belki de susturulacak olan kadın, kendisini sahnede hissettikten sonra duruşma esnasında faili bedenindeki yaralarıyla tasvirleyerek olayı delillendirebilecek kadar rahatlayabilmişti. Bu yıl temmuz ayında 13 yerinden bıçaklanan genç kadının ikizi olan tanığın beyanını adli görüşme odalarında aldık. Uygun bir zaman diliminden  sonra Eskişehir Cumhuriyet başsavcılığı olarak maktulün ailesinin evine taziye ziyaretinde bulunurken aklımızda bu acıyla yüzleşmeye dair kaygılarımız vardı ancak evlerine vardığımızda; onlara yaşadıkları karanlığın belirsizliğin normal olduğu, artık güneşin gelip onları tamamen aydınlatmayacağı ancak hala ısınmalarını sağlayacağını hatırlatmak için geldiğimizi, en zor zamanlarda dahi bir başlangıç noktasını olduğunu, onlara yalnız olmadıklarını göstermeyi istedik. 

Bu gibi örnek vakalar, adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüğünde pek çok kere yaşadığımız kıymetli anların minik bir kısmı. Yaşanmasını, karşılaşmayı hiçbir zaman ummadığımız bu olaylar maalesef ki yaşadığımız ve dünyanın, yaşamın iyiyle kötü arasındaki gerçek doğasının farkında olmamızı sağlayan durumlar. Bu kötülüklere rağmen iyiye ulaşma çabamızın hep var olması dileklerimizle…



150 Türk lirası

 Babasının elini tutarak geldi görüşme odasında. 13 yaşında, siyah çekik gözlü, yaşıtlarına oranla fiziksel açıdan büyük gösteren bir kızdı. Boyu neredeyse babasının omzuna geliyordu. Annesi, avukatı ve olayı gördüğüne ilişkin tanıklık yapacak olan 7 – 8 yaşlarındaki kız kardeşi de arkasında duruyordu. Sürece ilişkin kaygıları, mağdur E. ‘nin O ifade verirken yanında olma istekleri adeta hepsinin gözlerinden okunuyordu. Dosyadan edindiğim bilgiye göre; bu olayı yaşatıp E.’yimağdur eden kişinin güvendikleri kapı komşusu olmasıüstelik bu komşunun E.’ye de özel ders vermiş bir öğretmen olması sarsıcı bir bilgi olarak belleğimdeydi.

E., 8. Sınıf öğrencisi, ileride tıp fakültesi öğrencisi olmak isteyen, çok sakin, naif bir genç kızdı. Kendisi ile göz teması kurmaya çalışıyordum ancak gözlerindeki bitmek tükenmek bilmeyen gözyaşlarını gördükçe içimden ‘ belli ki ne kadar yorgun düşmüşsün ağlamaktan ‘ demek geçiyordu. 

Mağdur, henüz 8 yaşlarında bir ilkokul öğrencisiyken aynı binada karşı dairelerinde oturan komşuları ile ailesi samimi bir komşuluk ilişkisindeydiler. Bir süre sonra emekliliğine bir kaç yıl kalmış olan öğretmen H. Amca kendisinin O’na özel ders verebileceğini söylemişti. Yaklaşık bir yıl süresince karşı komşuları H. Amca’nın evine giden E., komşu öğretmeninden ders alıyor, bir saat süren her dersin sonunda H. Amcasının kendisine sarılıp zaman zaman kendisini sıkıştırıp rahatsız edici şekilde öpülüyordu. Kimi zaman boynumu öpüyordu, dudaklarımdan ve kulak arkalarımdan, kulak mememden öpüyordu dedi. Her ders bitiminde ‘ seni seviyorum ben bunu annenlere söyleme olur mu’ diye tembihlerde bulunuyordu H. Amca. Bu yaklaşımının niyetinin merhamet içeren, sevgi içeren bir komşu amca olmadığını, ders aldığı, otorite olarak gördüğü bir öğretmenin ilgi ve alakası olmadığını derinlerde bir yerde hisseden E., annesine yıllar boyu komşu H. Amcanın bu davranışından bahsedememişti.

Ta ki kendisi büyüyüp genç kız olduğunda kız kardeşi E.’nin de karşı komşu H. Amcadan özel ders almaya başlayıncaya kadar. Aradan geçen pandemi sürecinde hem E. Fiziksel ve ruhsal anlamda olgunlaşmış hem de bu süreçte karşı komşuları farklı bir ilde öğrenim gören çocuklarının yanında kalmışlardı. E. Yaşadığı psikolojik baskı ve fiziksel tacizden bu süreçte kurtulmuş; tam olarak farkında olmadığı tacizi anlamlandıramadan bilinçaltının derinliklerine gömmüştü. Ancak ne zaman kendi evlerine geri dönen komşular H. Amca ‘nın kardeşinde de ilkokul öğrenimine başlaması nedeniyle ders vermeye başlayacak olması E.’i tedirgin etmiş; H.amcanın kendisine yaptıkları bir birgözünde canlanmıştı.

E.’in sağlıklı olan annesi ve babası covid-19 pandemisinde filyasyon ekibinde görevlendirilmişlerdi. Bazı geceler kız kardeşi ile evde uzun süre yalnız kalan E. Ve kardeşi E. ‘ye zaman zaman karşı komşuları göz kulak olması için ebeveynleri tarafından onlara emanet ediliyordu. E.in annesi zaman zaman elektrik kesilir endişecelenecek olurlarsa karşı daire komşularının çocuklara destek olabileceğini düşünüyordu. Bu anlamda sağolsunlar birkaç kere evde kalan iki kız kardeş E.’ye kapılarını açıp gözleme ile besleyip onlara yardımcı olmuşlardı ancaşikâyete konu olan olay günü karşı daire komşusu Hamca’nın annesinin vefatının ilk yıl dönümüydü.  Evlerinde mevlit okutulmuş, gelen misafirlere ikramlarda bulunulmuştu. H. Amca nedense bir anda evde yalnız olma olasılığının yüksek olduğunu bildiğini E. Kardeşlere ikram tabağından götürmek istedi. Mağdur E. Kapıyı açtığında H. Amca içeri daldı ve elindeki iki tabağı doğru mutfağa yönelerek mutfak masasına bıraktı. Sonra iki kız kardeşi kollarının altına alarak onları sarıp sarmaladı. Küçük kız kardeş E. Yarıda bıraktığı çizgi filme devam etmek için diğer odaya yöneldiğinde H. Amca yine mağdur E.’, yaklaşıp dudağının kenarına o sevimsiz öpücüklerinden kondurdu. Ellerini bileklerimden kavrayıp kendisine doğru bedenini çektiğini söylerken E. adeta o gergin anları yeniden yaşıyordu. H. Amcayı ittirdiğini söylerken H.’nin kendisini ‘ istemiyor musun ?’ sorusunu yönelttiğini söyleyen E., bu sorudaki arsız ısrarın, gereksiz nezaketin ve iğrenç üslubun artık farkında ve bilincindeydi. O an arkasını döndüğünde kız kardeşi E.’nin de kendilerini gördüğünü onunla göz göze geldiğinde anladığını söyleyen E., için bu gözler adeta güven ve güç vermişti. Karşı komşu H. Amca evine döndü ve E. Eline aldığı telefonda hıçkıra hıçkıra ağlayarak annesini arayıp bir çırpıda başından geçenleri anlatmıştı.  Hemen eve gelen anne ve baba kızları E.’yidinledi. Ebeveynleri kızlarını dinlerken yaşadıkları şok, üzüntü, bu durumu hiçbir zaman fark edememiş olmanın verdiği yetersizlik duygusu ve güvendikleri kimsenin ihaneti ile karşılaşmanın yaşattığı öfke ve kırgınlıkla komşu H.’i çağırdı. Mağdur E.’nin ,o günkü olayla ilgili hatırladığı son ve önemli ayrıntı annesinin H.’nin getirdiği ikramların olduğu tabağı duvara fırlatması. 

Bu vaka ifadesi adli görüşme odasında tarafımdan alındı; görüşme süresince mağdur gözyaşlarına hakimolamadı. İç acıtan durum şuydu ki sanık olarak ifade veren H. Amca mağdurun kız kardeşini kıskandığını iddia ederek kendisine bu şekilde bir iftira attığını belirtti. Bu gözyaşları sıradan bir kardeş kıskançlığı olamayacak kadar yoğun hisler yansıtıyordu. Mağdurun ardında bıraktığı peçetede yazanlar ‘kardeşim de benim yaşadığım kafa karışıklığını, gereksiz sevgi gösterisini ve bir yetişkinin cinsel tatmin duygusunu yaşamasın’  ifadeleriydi…

 

15 eylül 2022 mağdur Hazal istismar anal. Yakın arkadaşı birkaç büyük. Neden bana 150 tl borcu var baba 150 tl avukatın masasına bıraktı

 

2 Haziran 2020 Salı

Sevgiyle Kucaklamak




Son zamanlarda oldukça sık duyduğumuz bir kavram var ‘mindfullness’ kavramı. Bu yazımda sizlere bu teknikten bahsetmek istiyorum. Mindfullness tekniği temelde ‘şimdiki ana odaklanmak’ tır. Bu şekilde içinde bulunduğumuz stres ve kaygı düzeyini azaltmanın mümkün olduğu, an’a odaklanarak, bu odaklanma sayesinde de bizi sağlıklı düşünmemizi engelleyen kaygıdan uzaklaşmanın mümkün olduğu düşünülmektedir.
Bireyin ruh sağlığının güçlenmesinin, kaygı düzeyinin azalmasının, yaşadığı an’da kalarak mutlu ve tatminkar olmasının bireyin bir takım pratikler yaparak deneyimleyeceği ve zamanla bu deneyimin davranış düzeyinde bir değişime neden olacağı düşünülmektedir.
Mindfulness temelli meditasyonu uygulayabiliyor olmak hayatımızı yeniden gözden geçirmemizi, beden tepkilerimizin ne şekilde olduğunu onları deneyimlerken fark etmemizi ve böylelikle yaşamla ve benliğimizle yüzleşmemizi sağlamaktadır.
Herkese, çevremize ve tüm canlılara gösterdiğimiz şefkati, kendimizi de yöneltmek; kendimize sevgiyle sarılmak da zamanla edindiğimiz an’a odaklanma, an’da kalma deneyimi bu şekilde sağlıklı bir yaşamla bütünleşme, yaşama bağlanma potansiyelimizi ortaya çıkarabilmektedir.
Hayatı doya doya yaşamak hissederek adım atmak, hissederek nefes almamızı mümkün kılmaktadır. Bu nedenle aldığımız nefesi sağlıkla almanın, burada ve şu anda olmayı sıklıkla hatırlamanın ve zamanla bu farkındalığı geliştirmemizin hayatın ta kendisi olduğunu öğreniriz, yaşamla yeniden tanışırız bu da aslında bir tür meditasyon gibidir.
Kimi olumsuz yaşantılar ve düşüncelerin sizi yaşamdan uzaklaştırdığını, nefesinizi zorladığını hissettiğinizde işte o rahatsız edici ‘stres’ faktörünün etkisi altında kalmaya ve stresin etkisiyle karar vermeye başlarsınız. Ancak mindfullness temelli stres azaltmanın deneyimini yaşamayı bir davranış biçimi haline getirdiğinizde kazanmış olduğunuz içgörü , öğretiler ve kendine şefkat bilinciyle, olumsuz anlarınızın sorumluluğunu alarak ve onların farkında olarak güçlenmeniz, stres yaşantısını sona erdirmeniz mümkün olur ve bu da gerçekten ‘nefes almanızı’ ağlar.
Bu konuda deneyimli uzmanlarrdan bu tekniği öğrenebilir ve yaşamızı kendiliğinizle, kendiniz olarak ve gerçek bir nefes alarak şekillendirebilirsiniz.
Kendinizi sevgiyle kucaklamak istemez misiniz?

25 Mart 2020 Çarşamba

Kendine İzin Ver



Yılın bu zamanları tüm dünya insanlarını saran bu gerginliğin, sıkışmışlık hissinin nedeni; varoluşumuzun, yaşamımızın anlamına ilişkin kaygımızı zirveye çıkaran virüsün dünyamızı işgalinden kaynaklanıyor.
Yaşamımızı kontrol etme güdümüz temel güdülerimizdendir ve bu kontrol edebildiğimizi hissetmenin sayesinde de şimdiye kadar belirsizliğe meydan okuduğumuzu düşünürdük.
Dünyanın adaletli olduğuna ilişkin ilahi adalet ahlakımız, iyi dünya inancımız vardı ve bu düşünce de bizim başımıza olumsuz, kötü durum ve olayların gelmeyeceğini, bu olayların hep etrafımızdakilerin başına geleceğini, bunu da onların hak etmiş olabileceğini düşündüren bir koruyucu düşünce mekanizmamızdı. Bu düşüncenin benliğimizi koruyucu işlevi vardı, benliği savunucu bir yanımızdı. Ancak bu virüsün herkesi etkilemesi, bu testten geçenlerin ünlü ünsüz, torpilli, torpilsiz her kesimi etkilemesi, yakınımızda ve baş ucumuzda gezmesi kimi zaman bizi yoklamış gitmiş olacağını düşündürtmesi bizleri kaygılı, korkak ve savunmasız hale getirdi.
Sosyal izolasyon, kişiler arası mesafe konulması belki bireyselci topluluklara bize zor geldiği kadar zor gelmedi ama bize kısa zamanda dokunmadan selamlamayı, sarılmadan sevmeyi, el ense vurmadan şakalaşmayı öğretti.
Kendimize iyi bakmanın, bu kaygıyla baş etmenin kendimize özgü çözümlerini kısa zamanda bulmaya başladık. Duygusal bütünlüğümüzü korumanın, kendimize zaman ayırmanın bir çok formülü olduğunu keşfettik. Bizi güvende hissettiren, güldürüp eğlendiren kimselerle aramızdaki mesafenin ne kadar yıpratıcı olabileceğini ancak bu mesafenin fiziksel olsa da manevi olmadığını, uzun zamandır evde dans etmenin bu kadar zevkli olmadığını gördük. Şimdi, şu anda bize önemli gelen , anlamlı gelen eylemlere, hep ertelediğimiz işlere zamanımızı ayırmaya başladık. Belki tarzımız olmaya bir kitabı okumaya, hayatta yemem dediğimiz bir sebzenin tadına bakmaya ya da keşke onunla daha çok zaman geçirseymişim diye bir arkadaşımız için hayıflanmaya bile başladık.
Tam olarak ne olacağını bilmediğimizden ya da bize neyin yarar sağlayacağını, iyi geleceğini bilmediğimizden hiçbir şeyden emin değiliz, fark ettik. Evet emin olmak zorunda da değiliz.
Bilinmezliğin sarhoşu bile olabiliriz. Herşeyden emin olmamaya da hakkımız var, bu çok normal. Hepimizin bugün bize iyi gelenin yarın iyi gelmemesinin, gereksiz ve saçma gelmesinin de normal olduğunu düşünmesi gerekir.
Sosyal medyada yazılanlar sizi endişelendiriyorsa kendinizi yazılanlara kaptırmayabilirsiniz. Yazışma gruplarında yazılanlar ve adeta eskiden gazete dağıtan çığırtkan çocukların ‘yazıyor yazıyor’ şeklinde gelen sesleri gibi hissettiren ancak onlar kadar size huzur vermeyen haberleri dinlemeyebilirsiniz.
Belli bir yerde olmak zorunda değiliz, bir şeyler yapmadan da durabiliriz.
Belki nedensizce gülebilir ya da sebepsizce ağlayabilirsiniz.
Kendinize kendiniz olmanız için izin verin.
Kendinizle ve kendinize ait hissettiklerinizle kalmaya izin verin.
Evren de bunu istiyor çünkü ve elbette varoluşumuz da...



11 Kasım 2019 Pazartesi

kadın

 

En çok ne zaman canımız yanar, acı duyarız? Birisi öfkeyle bize el kaldırdığında mı? Birisi bize kötü, aşağılayıcı ve kırıcı kelimeler sarf ettiğinde mi? Peki ya bir canlının eziyete uğradığını görünce ne hissederiz?

Uzun zamandır o vitrinde gördüğümüz canlı renklerdeki elbiseyi alıp kasada ödemesini tam yapacakken elimize uzanan bir el ‘hayır masraf edemezsin , artık paranı ben yöneteceğim’ dediğinde ne hissederiz peki? Şiddete uğramış, engellenmiş... Biraz kilo aldığınızda sevgiliniz ‘ iyice şiştin, çirkinleştin’ dediğinde hisseder misiniz incindiğinizi, bu bir şiddet midir?

Şiddetin tanımını hepimiz biliyoruz değil mi? Kimi tanımlarda vurgulanan canımızın yanması, kimi tanımlarda da vurgulanan ruhumuzun incinmesi. Kimi izler ölçülebilir olanlar ancak en ağırı da psikolojik şiddet dediğimiz ne ölçebildiğimiz ne gösterebildiğimiz ne de ifade edebildiğimiz mağduriyetimiz. Bazen de şiddete uğramış birilerini görmek, sevdiklerimizin şiddete uğradığına tanık olmaktır mağduriyetimiz. Hiçbir şey yapamamanın verdiği acizlik duygusu örselenmemize yol açmaktadır.

25 Kasım tarihi, Kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ve kadının insan haklarının ihlali olarak anlaşılmaktadır. Kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet, doğrudan kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya orantısız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet anlamına gelmektedir.

Korku hissi, şiddete maruz kalan kadınların en belirgin duygusudur. Belki de hissettiği bu korku nedeniyle yardım dilemek istemez kimseden, ailesinden ve çevresinden. Sürekli ‘pasaklı, miskin, işe yaramaz, beceriksiz, kötü anne’ gibi hakaretler işiten bir kadının ise kendilik değeri dediğimiz, benlik saygısında düşme, yaşamına ilişkin güven ve kontrol duygusunu kaybetme yaşamaktadır. Kimi zaman bu şiddete sebep arayan kadın sanki bir suçlu olması gerekiyormuş gibi kendisinde kabahat bulmaya çalışır ve kendisinde hata bile bulabilir.




Şiddete maruz kalmanın sebebi olmayacağını, şiddetin bir çözüm olmayacağını, cinsiyete dayalı ayrımcılıktan uzaklaşmak gerektiğini, kadın ile erkek arasında yalnızca fizyolojik bir farklılık olduğunu bu nedenle de kadın ve erkeğe farklı şekilde davranmanın, onlara toplumsal cinsiyet dediğimiz farklı roller yüklemememiz gerektiğini bilmeliyiz. Kadınlarımızı güçsüz, narin, korunmaya muhtaç görürsek önce pembe renklere bular sonra da ev işlerini dişi kuşa yükleriz. Ev işini ve sorumluluğunu yapmadığında ya da eksik yaptığında da bu nedenle suçlanmasını olağan karşılarız. Güçsüz olduğunu pekiştirmek için az düşünür hatta sağlıklı düşünemez, büyük işler yapamaz kadın çalışmasın deriz, iş yerinde yüksek pozisyonlar da vermeyiz. Büyük laflar ederse sırtından sopasını eksik etmeyelim deriz; dövmek için sebepleri taa atadan temellendiririz. İşte bunlar ve bunun gibileri küçük yaşta cinsiyet ayrımcılığını temellendiren, kadına kadın olduğu için şiddet uygulanmasını kolaylaştıran ve aslında bu şiddete sebep olan tutumlardır.

Şiddetin benliklerde yol açacağı travmatik durumlar da bir başka yazımızın konusu olsun, değerli şairimiz Nazım HİKMET’in bu anlamlı şiiri de vedamız olsun!

KADIN

Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.



29 Eylül 2019 Pazar

Sonbahar Gelince

 

 

Doğanın sarı renge bürünmesi, havaların erken vakitte kararmaya başlamasıyla birlikte içimizde oluşan garip bir huzursuzluk hissi, kuruyup yere düşen yaprakların ruhumuza ve gözlerimize yaşattığı o enfes güzellik ziyafeti...

Güneşin coğrafi konumumuzdan ve bedenimizden usul usul çekilmesiyle bizde de anlam veremediğimiz bir hüzün, sessiz sedasız bir içsel gerginlik ya da her zaman olduğumuzdan daha stresli davranışlar başlayabilir. Kendimizi biraz daha yorgun hissedip yataktan kalkmakta zorlanabilir, eskiden daha az şekerli beslenirken kendimizi tatlı krizi ataklarında bulabilir ve fiziksel olarak da sanki omuzlarımızda yükümüz artmış ve kas ağrılarımız ile gerginliğimiz artmış gibi hissedebilmekteyiz.

Sonbahar mevsimine geçiş süreci; düşüncelerimizi, yaşam koşullarımızı, çevresel düzenimizi yeniden şekillendirmek için mükemmel bir zaman dilimi olabilir.

Sonbahar depresyonu yılda birden fazla sayıda yaşanabilen, kişinin günlük yaşamındaki başına gelebilecek olumsuz olay ve kriz dönemlerinden bağımsız olarak yaşanabilen bir depresyon türüdür. Bu çeşit bir depresyona, ailesinde duygudurum bozukluğu ve depresyon öyküsü olanlar, D vitamini eksikliği olanlar, gün ışığından daha az yaralanan bölgelerde yaşayanların yakalanma olasılığı daha fazla olmaktadır.

Gün ışığının azalması, beynimizdeki kimyasalları ve hormon düzeylerimizi değiştirerek daha depresif hissetmemize yol açmaktadır. Zamanında belki de 'beni bu güzel havalar mahvetti' diyerek kendisini ifade eden şairimiz Orhan Veli de bize bu depresyonu işaret etmişti. Belki de 2000li yıllarda şarkıcı Göktan yalnız kaldığında bu depresyon yüzünden 'mevsimlerden sonbahardayım ' demişti. Geçmişten beri bu yüzden güz mevsimini hüzünle ilişkilendirdik ve  yaz aylarında ruhumuz kıpır kıpır olup 'aşık oluyorum eyvah, yerimde duramıyorum' diye seslendik. 

Peki sonbahar depresyonu yaşamak istemiyorsak neler yapacağız? öncelikle beslenme şeklimizi, alışkanlıklarımızı gözden geçirmeli; bizi daha yorgun , ağır hissettiren şekerli besin alımını azaltmalı, karbonhidrat tüketimimizi gözden geçirmeliyiz. Gece yatmaz gündüz kalkmaz gibi değil de sağlıklı bir uyku rutini oluşturmalıyız. İş yaşamımızda o yoğun çalışma saatlerinde kendimize kısa dinlenme molaları vermeliyiz. Eğer yapabiliyorsanız ki ne mutlu size düzenli spor ve egzersizlerden vazgeçmemeli, sevdiklerimizle geçirdiğimiz güzel eğlenceli vakitleri de yavaş yavaş kapalı mekanlara taşıyabilmeliyiz.

 

 

Eğer herşeye rağmen üzüntü, mutsuzluk ya da pek çok şeye ilişkin genel isteksizlik halini buram buram hissetmeye devam ediyorsanız, neredeyse bu olumsuz hisleri on beş günden fazla hissediyorsanız ve yeni mevsimi de bu depresyon hırkamla karşılarım diye planlamışsanız; yaşam rutininiz ve alışkanlıklarınızda olumsuz yönde farklılıklar da meydana gelmişse bir uzmana danışmanız gerekmektedir. Ancak mutlaka iki üç günlük bir kaç eğitim alıp kendisine terapi uzmanı ünvanına benzer isimler takıp bizleri sadece iyileşmem için neler mümkün gibi safsatalarla bizi iyileştim hissi ile pazarlama ofisinden gönderen şarlatanlardan değil; diplomasının olduğundan emin olduğunuz psikolog ve psikiyatrlardan randevu almalısınız.

Sevgiyle kalın!

 

 

 

 

 

 

24 Ekim 2018 Çarşamba

Serzenişt mi Serenay mı

Bu yıl,  temmuz ayının ikisi pazartesi günü, tıpkı annemin de 84 yılı iki temmuz pazartesi günü yapmış olduğu gibi ben de bir kız bebek doğurmanın haklı gururunu yaşadım. Bana kalırsa her anne adayı eğer bir bebek dünyaya getirecekse bunu doğduğu gün gerçekleştirdiğinde adeta bir nöbeti devralmış, vazifesini yapmış böylelikle de misyonunu tamamlamış olur. Üzerinden de büyük bir yük kalkar ancak benim üzerimden kalkan bu yük, aslında beni 9 ay boyunca ağırlaştıran, yürüyüşümü değiştiren, 'bel fıtığı oldum zannımca' dedirten, bana 18 kiloyu bir çırpıda aldırtan serenay'ın işleri ve işte bu onun ayak sesleriydi.

Serenay bebeğin her anlamda farklı olduğu, özel olduğu, büyük bir ilgi ve özene gereksinimi olduğu en başından belliydi ve ben ilk annelik deneyimimden sonra aradan geçen zaman sürecinde ne kadar yol kat ettiğimi, ne kadar olgunlaştığımı, ruhsal anlamda ve zihinsel anlamda ne kadar tamamlanmakta olduğumu gördüm demek istesem de tam tersi duygu ve düşünceler içerisinde boğulmakta olduğumu hissediyorum. Aradan geçen zaman zarfında gram bir gelişme olmamış. Herşey başa dönmüş, her kalem zapt edilmiş ve tüm tersanelerime girilmiş. Ya oğlum Alpay hiç bebek olmamıştı, ya ben polyanna bir anneydim; farkındalık yaşamış, sanki alpayı doğurmamış da adeta milli piyangodan ikramiye kazanmıştım.

Bu yaşadığım dehşet duygusunun beni daha önce yaşamadığım ancak bu sefer iliklerime kadar hissettiğim lohusa sendromundan tutun da doğum sonrası depresyonu hatta DSM 5'te olsun tıp literatüründe olsun her tür psikolojk hezeyan ve paranormal aktivitelere ittiğini söyleyebilirim. Evet galiba biraz serenaya haksızlık ediyorum şu an, şuncacık tüyü bitmemiş bebişin günahını alıyorum ama 'hayır, az bile yapıyorum' ve ileride anasının bu yazısını açıp okursa diye daha da devam ediyorum.

Anan serzenişte yavrum, evet belki bir müzik grubu vega değilim bir vegan üstelik ne de bir vejeteryan ya da son mohikan bile değilim ancak uykusuz bir zombiyim kızım. Beni gece vardiyası işçileri, belki eskiden gece kuşu programı yaptığı için bir Okan Bayülgen, belki' saat 4 yoksun'  şarkısını seslendirmiş Zülfü Livaneli anlar öyle bir durum ki bu yaşadığım beni 'uykusuz her gece' şarkısının sözlerini yazan ismini bilmediğim söz yazarı anlayabilir de  o şarkıyı dilimize pelesenk etmiş Ajda pekkan ablamız anlayamaz çünkü o uyur, o uyumazsa dinlenemez ve yaşlanır ama Aslı yani ben uyumadı ve yaşlandı.

Ne dertlendin be kadın dediğinizi, şikayete doymadığımı vurguladığınızı , geçen yaz ne yaptığını biliyorum da diyip analığın her halinden dem vuracağınızı biliyor ve şimdi de serenay'a bir de burdan bakalım adlı köşemize geçiyorum. . Her ne kadar bedensel, zihinsel gibi yönlerden yorucu olsa da tıpkı batı medeniyetlerinin örnek almamız gereken iyi yönleri olduğu gibi serenay'ın da yaşamıma kattığı olumlu durumları sizlerle paylaşmak istiyorum. O halde hazır uyku demişken az uyuduğunuz için daha az aralıklarla beslenip zırt pırt yatağınızdan kalkıp o aç olduğu için ağladığını düşünüp emzirdiğinizde susacağınızı sandığınız ve  emzirdiğiniz için doğum sonrası kilolarınızı bir çırpıda veriyorsunuz. Nasıl olsa serenay şimdi uyanacak bari uyuyup kendimi kandırmayım da kitap okuyayım dediğinizde de kısa sürede pek çok bestseller kitab okuma şansına erişebiliyorsunuz. Evet yazar seçimini bile ona göre yapıyorsunuz mesela size günü, gün ışığını anımsatmasın diye bir gündüz vassaf değil de sizi ayakta tutabilecek delirmenize engel olup  kişisel gelişiminize katkısı olabilecek hakan mengüç 'ben ney'im' olsun, hayat cesurlara torpil geçer olsun ne bileyim gül kokulu bir kitap olan ' el vedud' olsun onları bir çırpıda bitirebiliyorsunuz. Geceleri mahallenize gelen ve o daracık sokağa park edilmiş araçların mutlaka ön tamponuna ya da arka kasasına dokundurup geçen çöp kamyonunun araçlara verdiği hasarı gözlemleyebiliyor, yine o sokakta bir olay olduğunda bir ergen zorbalığı gözlemlediğinizde olaya hiç yoktan canlı tanıklık yapabiliyorsunuz. Yoğurdunuzu mayaladığınızda o henüz ekşimeden, faşırdamadan gecenin bir yarısı onu dolaba kaldırabiliyorsunuz. Az'ı karar çoğu zarar olan bu olgudan uzaklaştıkça japon insanının az uyuduğu bilgisi ile kendinizi japon ırkına yakın hissediyor, bir japon gibi düşünmeye çalışıp daha üretken daha hareketli olabiliyor, bir süre sonra bir turist kıvamına geçip adeta yaşam yuvanızı bir aile evi gibi değil de bir bacasız sanayi gibi ama minimalist bir sanayi şekline dönüştürüveriyorsunuz. Böylelikle de ülkemizde son yıllarda bolca tartışılan yaz saati kış saati uygulamasından değil ve hatta beyninizin uyuşukluğundan ve algılarınızın tek bir bebeğe odaklanmış olmasından mütevellit artan faiz kurlarından menkul kıymetler borsasından, yükselmiş dolardan ve alçalmış alım gücünden de etkilenmiyorsunuz. 7 yıl öncesinde alpay az biraz mızıldadığında o bilmiş annelerin 'bırak ağlasın gırtlağı gelişir, sesi açılır' sözlerini aklıma getirip serenayın ağlama desibeli ile o minnacık gırtlağının ne kadar genişlemiş olabileceğini hesaplayabiliyor, önceden rahatsız olduğum anane adetlerini artık kolayca benimsiyor, bebeğin ayakta salladığında sarsılmış bebek sendromu yaşamayacağına inanıyorum. Üstelik daha da sosyalleşiyorum. Alpay doğduğunda onu kimseyle paylaşacağımı düşünür, kimsenin kucağına onu bırakamaz, babasından bile sakınır ve ona benden iyi kimsenin bakamayacağını düşünürdüm ve bu beni asosyalliğe itmiş olacak ki serenay beni bebek bakımında annenin de destek alması gerektiği, bebek bakımında eş dostun, hatta alışveriş yaparken oradan geçen sevimli ve temiz yüzlü bir vatandaşın da bebek bakımına destek olabileceğine inandırdı ve bana ben nasıl bu kadar sosyal oldum dedirtti. Tamam kabul ediyorum abartıyorum.

İşte annelik tam olarak bu abartı durumu. Belki de yukarıda yazdıkça beni güldüren , evet abarttıkça eğlendiren bir durumdan ibaret bu kutsal dediğimiz annelik. Sevgide abartı, kaygıda abartı, dokunmada, koklamada, dayanamayıp ısırmada abartı, bir kikirdemesine binlerce yorgunluğun unutulması, bir gülüşüne tüm kulunçlarının erimesinde abartı durumu, O'nun gözlerindeki o gülüşe, o dişsiz bir nine kıvamındaki ifadesine hayran olmada bir abartı durumu.


Bir de biçimsel bir kavram bu sevgi. Bazen karamsarlığa kapıldığında ve nasıl bir dünyada kimlerle yaşıyorum dediğindeki yaşama tutunma biçimin, etrafında herkes doğru olduğunu savunduğunda 'baştan sona yanlış olan ben miyim' diye kendini sorguladığında kim olduğunu hatırlatma biçimin, bu dünyayı varlığıyla, tüm canlıları canlılığıyla sevme biçimin, sana zor zamanında elini uzatan, bir desteğiyle güç veren yakınlarını hatta uzakta olan ama kalbinde olan ve esas olan dostlarını tanıma biçimin bu annelik. Çevrendeki insanların, eş dostun sayısını azaltma ama içini zenginleştirme biçimin. Her canlıya karşı sorumlu olma, her can'a duyarlı olma biçimin. Duanı yalnızca özün değil herkes için etme biçimin.


Serenay ile güçlü olmam gerektiğini, bedensel gücün yanı sıra ruhumu da zihnimi de bir şekilde temizlemem gerektiğini, ' bütün' olmanın ne demek olduğunu, her ne kadar önümde bir örneği olsa bile bir babanın bebek bakımında gece gündüz destek vermesinin nasıl büyük bir güç olduğunu ve anneyi tamamladığını, türlü türlü kıskançlık yapmasını beklerken, bunun bir o  kadar da normal olduğunu düşünürken Alpay'ın davranışlarının adeta 'yenidoğan ağabeyi nasıl olunur ' adında seçmeli ders verip üniversitelerde okutabileceğini, Onun nasıl geniş yürekli merhametli ve sevgi dolu bir çocuk olduğunu, yaşamında büyük ve zorlu  adımlardan birini atarken okuyup yazmaya başlarken kardeşini öpmeyi besmelesi yaptığını, kardeşi biraz daha rahat uyusun diye Ela ile Lale'nin el ele olduğunu daha sessiz okuduğunu gördüm.


Serenay ile kalbim pek çok genişledi ve daha çok güler oldum. Bir dakika... Daha çok güldükçe gözlerimin etrafında daha çok kaz ayağım oldu, yüzümdeki altın oran bozuldu ve  kırışmaya başladım, of yine bir kısır döngü, neyse epey geç oldu ben gidip yatmalıyım...

                                                                                                             Sizler de sevgiyle kalın...